9 Aralık 2013 Pazartesi

Kısa öz yarım. Bundan sonra hep böyle olacak yaşamadıklarıma karşın yazdıklarım .

Sevgi yoksunuyuz biz. Kimimiz sevilmekten beter iken, seveni çöpe atar bazen gülüşlerimiz. Kimi sevmeye yeltenemez. Kifayetsizdir ölüşlerimiz.Hele şu çıplak ruhlar durulmuyor mu .. Bir tuhaf oluyorum bu saatler doğrusu. Etrafımı kaplıyor sinsi bir ölümsüzlük kokusu. Herkes pek cesur hale gelmiş karışmış her bir kefen, kimsede barınamıyor yarım bırakılma korkusu ! İnsanlar his yoksulu, mütemadiyen her ten açık bırakılmış, ilmek ilmek kırılmış çaresizliğin boyunu, neredeyse göremediğim her beden kıyafetsiz. Hele şu kafiyelerin adeta dans ederek süzülen uyumları yok mu, unutuluyor çoğu zaman gökyüzü semalarında sere serpe hediye olarak bırakılan martıların uyumu. Kimisi, kabul edemez sevildiğini. Sevmeyi allem eder kallem eder bir türlü öğrenemez. onun bu direnişini görünce seven, umutsuzluğa kapılır, arafta yaşayamaz. isyan eder. Aşksızlığına dayanamaz. Kimisi, sevemeyeceğini bile bile karşısındakine 'seni seviyorum' der. İşte, anlatılamaz bu şiddetli deprem, adam bunu anladığı zaman kalemine küsen elini acımasızlığa mahkum eder. Nasıl da fecidir değil mi, seveni tarafından sevilemeyen parçalı gönlün durumu..Yani kısaca ona çekilmez yükte çileler sunarak zulmeder. Nasıl da sevgi meraklısıdır aslında karşısındaki ! İnanmaya çalışır da, gerçekleri düşlerine savaş açar, tan vakitlerinde çaresiz bırakır onu, evlilik akitlerini inlete inlete yok eder. Nasıl da sevgi kölesiyizdir biz. Herkesin bizi sevmesini istiyorken, yamacımızda hazır bulunan aşıklarımızı görmezden geliriz, kalp penceremize duvarlar kurarız. Ve sonra, kapışırız birbirimizle. O peşinden ayrılamadığımız, bir türlü kurtulamadığımız, çoğu zaman da yağmur damlacıklarından ötürü kurutulamadığımız engelleri besleriz. zor olmaktır bunun adı, şimdiki zamanda sevmek istesek de beceremeyiz. Çünkü biliriz. bir çift bakış uğruna, kendinden ve sahip olunan yaşamdan vazgeçilemiyoz şu ahir ve nankör zamanda ! Sonra da 'ben gerçekten sevdim, karşılık bulamadım deriz'. Pardon da, hangimiz aşkımız uğruna hayatımızdan vazgeçeriz. Hangimiz, kalbimizi pis bir torbaya atarak bırakıp gideriz ? Biz bence bu felaket zamanda.. aşk nedir sevgi nedir, sevilmek nasıl bir bilgeliktir.. kolay kolay öğrenemeyiz !

Oysa ki ben.. Sevmek isteyip de sevilemeyenlerden. Dertli düşlerden, kederli gülüşlerimden bir tutam çiçek topladım sana. Selamları var, şafak sökeceği an uğrayacaklar miadına. Tam armağan edecekken, ellerimi uzatacakken mezarına, bir şeyler uzaklaştırdı beni bu garip, bir o kadar da yetim düşünceden, utandım. Kapıldım fırtınaya.. Oysa ki ben, sevgiye inanmayıp da sevilmek uğruna, bu enteresan duygunun girdabında boğulurken köpek misali can çekişenlerden. Reddettiğim kadar sevmek isteyenlerdenim aslında Bana bakma sen ! Bilemezsin çünkü, sevgi denen o mükemmellik bittiğinde sıcağın en alevli olduğu zamanlarda solan güllerden. Mahrum olmak ve öyle kalmak, bu hissiyata alışmak adına ruhunu kelepçelere vurdurmak. Zinciri olmayan pırangalardan asılmak. Sarkıtılmak genel anlamda, dar ağacında şeytana selam vere vere saçlarını yoldurmak. Nasıl bir işkencedir, görebilir misin ki sen ! Oysa ki ben.. Ah işte, göz kırpamam artık Tahir'in mahlasına. Ben sevmeyi bilmem. Buna rağmen eğer sen.. Bana hakiki aşkı öğretebilirsen, hani şu ' ruhunda kılıç yarası izine benzer karalar bırakan cinsten, hani maneviyatında kapanmasına rağmen iyileşemeyen, hatırası ve görüntüsü mutlaka kalan türlerden. O zaman sana tüm benliğimi serebilirim. Feda edebilirim toplamda avuç içine sığmayan gerçeklerimi, herhangi bir karşılık beklemeden. Kargaşa oluşmasına mahal vermeden. Sen bana mutlak sevgiyi özümsetebilirsen, inan varlığımı yok etmeye yeltenebilirim, kaideleri bozan istisnaları göz ardı etmeden..

2 Aralık 2013 Pazartesi

İki ayrı, ikisi de aynı .

 
 
Ah benim kelime hatalarım ! Düzeltilmiştir şimdi, alaya alanı mıhlarım .

Gitmeli diyor adam.. sanki kalmayı çok becerebilmiş gibi ! Sevmeli diyor kadın. Ve buna istinaden aşka dair hiçbir kanıt beklenmemeli. Ah ulan sevgili. Bir sen başaramadın benim seni sevdiğim gibi beni sevmeyi . İşte bu yüzden dönüşlerin ucu bucağı yoktur, gidenler hiç özlenmemeli. Ne yapmalı, ne etmeli. Ortada herhangi bir bahane bulunmuyor iken, sırtından vururmuşcasına yol alan meşhur yaratığa teşekkür mü etmeli ? Adımlarını dudaklarınla sayıklarken, caddenin ortasında bağırıp ' şerefsiz !' mi demeli. Yoksa boğazına yapışıp dövmeli mi onu ¿ kanın kırmızısını k'ana k'ana mı içmeli, intikamı alabilmek adına iyi düşünceleri hor görüp karanlık düşünceler mi beslemeli ? Boş versene yahu, uzaklaşmayı arzu etmiş madem sevmene rağmen tarafından bir türlü sevilemediğin o vefasız kişi, endamına yormalı her işi, gediğine oturtmalı o kesici şişi, at artık çöp kutusuna avuçlarına yamandırdığın bedbaht leşi, vardır elbet uzaklarda bir yerlerde her celpten mağdur çıkan sevimsiz yüreğinin canlı eşi, o halde onu unutarak, gökyüzüne bulutsuzluk serpmeli, içine sine sine, o mel'un ciddiyeti hane hane göz ardı etmeli ve bir daha asla yüreğine konma ihtimali bulunmayan kış güneşi eklenmemeli, bir sigara daha yakıp duasında anıları gömdürmeli, kendinden geçmeli ! sevmemeyi öğrenmeli ve sol yanındaki bu gareze aşina olan hücrecikleri yavaş yavaş öldürmeli .
 
 
Boşuna mı yaşamışım bu zamana kadar ? İnsanın şansı hiç mi rayında gitmez, karanlığın ortasında neden melekler belirmez. Yere göğe kağıda yazılırken aşkın seviyesizliği, hafif hafif üzeri k'aralanır da, niçin yakıcı izi yürekten silinmez. Gerçeklerin kalıcı olduğu hangi cüretle kabul edilmez ! Bugün varsın, yarın yoksun üç günlük dünya kalp kırmaya değmez, mazlumun ahı zalime asla baş eğmez, avuçlarından ayırılana kadar değer verilen özelliklerin önemi bilinmez , hangi kılıfa saklanır şahaneliği, aşikar bir biçimde ortada sergilenmesine rağmen muhteviyatı niçin keşfedilemez. Kıyamet alametleri kolay kolay gözle görülmez. Sen ona bakarsın da, ruhsuzdur çoğu zaman, bu vaziyeti yani durumu aptalca bir gururla önünü kestiği için fark edemez ve hissedemez .. '
diyordu bir paragrafta. Yahut da öylesine kalemimde'n s'üzüldü bunlar şuanda, merceği belli olmayan rastgele -nafile- bir zamanda. Evren üç günlük eyvallah da, kendinden ödün verirsen eğer, benliğini yitirirsin. Ve an gelir, karşıt olduğun her düşünceye 'tamam' dersin. Bunu yaptığın için de, perişan olur hayatını mahvedersin. K'alıcılığın olmayabilir, ancak kurallarından vazgeçtiğin an, anlamını kalleşliklere sildirirsin.
Sen yine kötü olmaya, karalanmaya ve sancılarınla boğuşmaya devam et. Tanrına kucak aç, yardım dilen, sebat et. Bu izi kalan kabuslar bir gün değişecek ve kabuk bağlayacaktır elbet. Kaybettiğin ne kaldı ki, zaten hayatın yalan, iyi günler değil kötü olaylar önündedir mahşerde hesabı dilim dilim sorulacak olan. Hangi mecburiyetine sevinesin, ölümünden başka neyin kaldı ulan gelecekten tiksinesin !
Sen yine acılarınla savaşmaya meyil et, mutluluk sana haram, belki ölmeden birkaç saniye evvel mutluluğun tadına bakmaya yeltenirsin. İş işten çoktan geçmiştir, boşuna azrailine direnirsin ! İşte.. Sonunda ! akrebin yelkovana kavuştuğu o muhteşem an serilmiştir gözlerinin önüne, ancak o zaman neş'enin ne anlama geldiğini öğrenirsin. Nefes almayı bırakıp yeni ızdıraplara merhaba dersin. Ve masumhane serzenişlerine bir yenisini daha eklersin. Kendi kendine konuşur, geçemeyen geçmişini yönlendirmeye heves edersin. Parmak uçlarındaki buhranlara takılır yeni bir kıt'a, naif hissetmiyorsun. Belli, çok yakında delireceksin. Zaten deliliğin sertifikasını almıştın eskiden kalma bir rüzgardan, uçuramadığın gemiler bizzat delil buna. En sonunda bir şeyi kazanıp namını herkesin dudağına süzeceksin. 'Zırdeli' diyecekler sana, ve bunu duydukça, işittiklerini özümsemedikçe ve azıttıkça, zevkten dört köşe olacak kalbin, sessizliğin matemine bürüneceksin. Kısa olacak ve öyle olmaya aldanacak hikayelerin, yazın ortasında kışın güneşiyle soğuktan büzüşecek ellerin, güneşin altında üşüyeceksin. Çölün ortasında donacaksın titreyeceksin, sonbaharın yağmurunda süzüle süzüle eriyeceksin . Gün yirmi dört saat ya.. Zaman kavramını heba edip her saniyeye bir saat daha ekleyeceksin. Ayakların yürümeyi unutacak, düz yollarda taşa çakılacak, tekleyeceksin. Her kabiliyetinin parça parça yok oluşuna zaman içinde tanık oldukça kuduracaksın şiddetinden, sertleşeceksin. Üzülerek belirteyim, içim sızlayacak halini gördükçe fakat, sitemlerini duyuracak kimse bulamadığında ise.. Ah işte en vahşisi de bu heyhat , duvarlarla dertleşeceksin. Yapılacak bir şey yok, bu terbiye beyan edemeyen ricayı kabul edeceksin. Ruhuna saldırmaya amaçlayan, yıkıntı başlatmaya çalışan her bir temenniyi temelli göçe göndereceksin. Onlardan uzaklaşıp sürgüne doğru yol almalarına ortam sağlayacaksın. Bir daha asla yanına yaklaşmalarına izin vermeyeceksin, ellerinle itekleyeceksin. Geceyi gündüze iliştireceksin, sonbaharı ve yağmurun o pislik dağıtan damlalarını engelleyeceksin. Zulmedeceksin ihtilallerine, sol yanındaki dokunulamayan odacıkları kararsızlığına boğarak mahvedeceksin. İyi günün olmadı, bundan sonra da olamayacak ! Gül yaprakları misali kışın açacak, yazın solacak, ilk-baharda kopacak ve bil mukabele son-baharda tane tane döküleceksin. Hiddetleneceksin elbette kurnazlığından, lakin yüreğinden hiçbir şey diline konamayacak, kül sızıntılarının arasında yana yana söneceksin. Mutluluk diye hep aynı anıları süsleyip kadehine süreceksin, an gelecek yemeden- içmeden kesileceksin. Akrebinle yelkovanını kardeş bilip arttırıyordun ya onları tuhaf bir içimde, isyan kullanarak çoğunlukla zorla, hah işte gaddarlaştığını anlayana dek unutamamanın vermiş olduğu travmalar eşliğinde eksileceksin. O seni unutacak, başka bir dala uzanacak, yeni bir yaşam kuracak.. Sen bunları gökyüzü maviliğinde resmetmeye devam ettikçe, hece hece eskiyeceksin. O yeniden doğacak, sen tamamen onun vesilesi ile öldürüleceksin. Gelişmeler canını yakacak, bir duman daha çekecek bir rakı daha dolduracak, alnına bir çizik daha konduracak, kirpiklerinden sürüklenenler mezene ilham olacak, kalbin aynası sürekli vuslat kokacak, törpülenemeyen sabahlarına martısız denizler sunacak, ırmağı akmayan nehirlerde kusa kusa boğulacak, günlerinin kefaretini ödeyemeyecek ve bülbülün dramını  hazmedemeyeceksin, hal böyle ya.. Karanlığın ihtişamında suya düşüp de ıslanan hayallerine küfredeceksin !


' Hoş geldin sevgilim, iyi değilim bu ara. Sen nasılsın, ne habersin iyi misin ? Gözüm değil gönlüm fukara, ruhumdaki parmaklıkların anahtarı yelde saklı, beni bu sıkıntıdan kurtarabilir misin ? En azından benim için, bir kereliğine de olsa ölümü tercih edebilir misin ..?
Yapma be cesur yüreklim.. Sen bu kadar korkak değildin, gardiyanın azabıyla bir anda nasıl bu kadar değişebilir ve basitleşebilirsin . Bir şeylerin endamına takılıp hayranlığını kazandığın an, büyüsüne kapılıp benliğini etrafına bedavadan savurduğun an, o mavi renge bürünen toprağın içine gömülüp bedenini kara kutuya.. İster arzularınla ister zorla hapsetmeyi sen de bir gün -eninde sonunda- özümseyeceksin . Terk edilmiş olmayı, her halükarda öyle kalmayı, Sol yanına baş ucuna, yalnızlık şatosunun tam ortasına, düşlerini mimlete mimlete,
ellerini inlete inlete yerleştireceksin .


Çaresizliğinle övüneceksin, engellerini ortadan kaldırmaya çalışacaksın, saniyeler dakikaları oluşturmaya ara vermedikçe acı çekmeye alışacaksın, yine yenileceksin. Ve kayıpların ötürü bir daha asla savaşa katılmayı düşünmeyeceksin. Onun yanı sana cennet değil, var oluş amacına sadece cehennemi sunabilir, bileceksin. O uzaklaştıkça, peşinden gitmeyi istemene rağmen, dudaklarınla ruhuna dokunmayı ihtilallerine yaydıkça gerileyeceksin. Hiç boşuna çabalama, hiçbir şey değişmeyecek, daha çok ölümü arzular hale geleceksin. İstediğin bir yudum sevgi olacak, boğazın kuruyacak yazın ortasında gecene kış güneşi doğacak, üzgünüm fakat.. sürüne sürüne öleceksin ! Gözünden kaçmayacak hiçbir ihtimal, kıskandıkça zalimleşeceksin. Sancıların çoğaldıkça, kim bilir belki bir gün.. Hafifleyeceksin . Normal olamayacak senden arta kalanlar, gıyabında çirkin laflar konuşulacak, dinleyeceksin. İçinden 'özledim' demek geçecek, nerdesin, niçin hala gelmedin. Neden beni yarı yolda, umarsızca bırakıp gittin. Neden beni korumadın, meçhul diyarlarda adına yana yana kahrolmama izin verdin ' diye sorasın gelecek. Dudaklarındaki o kısa iplerden çıkamayacak sözcükler, susacaksın. Sessizliğine gömüleceksin. Ki, konuşsan da bir faydası olmayacak, yarınların umutla dolmayacak. Sen yine.. Penceresiz odanın mazbut gölgesinde, gemilerin limana yaklaşırken çıkardığı tiz seslere kulak asarak, yarının da bugün gibi olacağını unutmayarak haykırışlarında demleneceksin.
 
Neden hep yenilen ben oluyorum, anlamıyorum ki. Niçin bana da reva görülmüyor sevinç. Ah be haysiyetsiz gönlüm, iyisi mi sen bol bol sigara iç. Nasıl olsa dumanı hatırlatacak ismini sana.. Nasıl olsa dumanında gizlenecek geçersiz umutların akıtamadığın yaşlarla. Ne de olsa, ona bir kuple daha yakın olduğunu hissedeceksin bu kabul olmayan dualarla. Unutmak mı tövbe, haşa ! Sen, başaramayacağın işleri yapmaya kalkmazsın. Bunu zaten hiçbir koşulda başaramazsın, ve bilhassa bu sebepten ötürü bu imkansızlığa adımını atma.
 
Sahiden de boşuna nefes aldığımı tembihliyorum sözcüklerime şu ara. Sevmeyi becermiştim bir keresinde, geçmişten bir vakitti yadıma düşmedi açıkçası tam olarak hangi olayla ? Onu da elime yüzüme bulaştırdım ya bir çocuk misali, haklı cihan üzerinde yaşamaya çalışanların hepsi. Bütün kabahat, suç aptallık. İnanmışlık, bağlanmışlık, inançsızlık ve yaranamamazlık. Tabi ya, vukuatları ben yarattım sanki. Tabi tabi, işlenmemiş cinayetin katili benim, yalnızca bende hata. Şşşşst. Hop dedik ağır ol paşam, bu gönül ağır yasta. Sinsi bir şekilde hasta, ilacı kalmadı hiçbir tabipte, dermanı yalnızca azrailin tırmıklarında, musalla taşında.. Bir dakika biir dakikaa ! Pardon da, ben neden kendimi tamamen suçlayayım ki ¿ Ortada bir günah varsa, bunun bahanesi tek taraflı değildir, iki kişi birbirini söze getirmiştir. olamaz da. Kabahatin yarısı bende, yarısından fazlası ise sonbaharın kucağında !
 

28 Kasım 2013 Perşembe

Tamamlanır belki. Şimdilik tek istediğim, kıyametin gelmesi ve alıp beni götürmesi. Tanrım, nolur daha fazla yakma canımı yalvarıyorum. Böyle boşu boşuna -yani sevmeden sevilmeden- yaşamak istemiyorum !

Etrafımdaki herkes, benim kötü biri olduğumu düşünüyormuş. Ki, ailemden başka da kimse olmadığı için etrafımda, en ufak dikkatsizlik gözüme batıyor. Kızgın bir şekilde durumu dile getiriyorum. Bu da çoğunlukla suratsız olduğumu kanıtlıyor. Napayım, nedensiz yere gülümseyemiyorum. Doğrudur, inkar etmeye ve yalan söylemeye hiç gerek duymuyorum, sinirleniyorsam kızıyorum çünkü içimde gizlemiyorum. Olduğum gibi davrandığım için, ters algılanıyorum çoğu zaman. Haklısınız, tamam. Herhangi bir şey demeye yeltenmeyeceğim, sesimi çıkartmıyorum.

Ulan, pervanesizler ! Avucumda Tanrı'dan hediye olarak yalnızca karamsarlığım var, ona da mı göz koymaya çalışıyorsunuz lan, hadsiz itler !

Kime neyi anlatmaya çalışıyorum ki, nasıl olsa iyi niyetlerle bezenen tavırlarım sonucunda yine kötülenen ben oluyorum. Bu nedenle, kim ne düşünürse düşünsün hakkımda, inan hiç umursamıyorum. Beni bırakın yalnızlığımla baş başa, çevremde nefes almaya yeltenen tüm beleşçi sineklerden tiksiniyorum. Ben yalnızca.. Çok hasara uğradım bu zamana kadar, yine de elimde kalan -fazla bir şey hatta hiçbir şey yok da-, elimdekilerin de yavaş yavaş ortadan kaybolmasına göz yumamam sonuçta.

Kötü biri miyim. Elbette. Bak mesela, dün yanımda olmayanın bugün yanıma yanaşmasına izin vermiyorum icabında. Çekilmez biri miyim, evet. Bak mesela. Özene bezene yazdığım yazıları etrafımdakilere okutmuyorum saygısızca. Bir tek senin için yazdım bunları, ve o karalamalar da senle benim aramızda kalmalı. Duyurmamalısın hiçbir koşulda, senden başka hiç kimsenin haberi olmamalı.

Kötü biri miyim ? Taabi ki, ne sandın ya. Paylaşmayı sevmem ben mesela, kıskançlığım derin kıyılarda. El atsan uzanamazsın, dibe batsan çıkaramazsın. Boğulur, öyle kalırsın. Gerçekten kılımı kıpırdatmam, bende insancıl duygular bu vakitten sonra bulamazsın. Benim yorgun Surlarıma iznim olmadan, kahpece erişmeye çalıştığın için, tarafımdan kurtarılamazsın !

Fakat, doğru. Sizin gibi gereksizleri önemseyerek en büyük hatayı ben yapmaktayım başlarda.

13 Kasım 2013 Çarşamba

İşte geldim.. Gitsem daha mı iyiydi. Adıma üzülmek tarafından çekilen gereksiz bir işkenceydi. Ki çoğu vakit beceremediğin bir eğlenceydi. Gitsem, kesinlikle en iyisiydi. Yapamadım kahretsin. Özlem denen duygunun çerçevesinde tıkalıkaldım. Tanrı ruhumu hatırladığı köhnelikte, inleterek azad etsin.

Sana düşüncelerimi anlatamam, sana manevi anlamda yaşadıklarımı, hislerimi aktaramam. Nasıl kırıldığımı, kızgınlıklarımı hayal kırıklıklarımı bağışlayamam. Kırılganlıklarım had safhada zaten, kelimelerimi kovalayıp da yakalayamam. Kağıda akıtamam içimdeki öfkeyi, nefretin peydahladığı gayrımeşru körpeyi. İçimde yardıma muhtaç bir zavallı bulunmakta, zar zor susturabilmeyi başarmaktayım bu ulumaktan bıkmayan koca sesli köpeği. Yüksek ölçülerde neden yanlış anlaşıldığımı, yorgun argınım kendinden sıkılmış bir biçimde hırpalanmalarımı, iç dünyamla her sulhten yenik çıktığımı, hırçınlıklarımı. Akıtamayarak sönükleştirdiğim gözlerimden yağan su sızıntılarını. Irmaklar misali artan dargın damlacıklarımı.Bunalımlarımı, geçmişi tıka basa yağan yağmur safsatalarıyla kapatmaya çalışırken, anımsarken her bir ayrıntıyı dün gibi, ve geçemeyenleri bugünkü gibi an be an kanatırken, ruhumun nasıl ezilerek deşildiğini, lokma lokma çiğnenişlerimi, kurak bir kum yığını misali zaman arttıkça eşildiğimi yazamam. Ben yalnızca.. dinlerim seni. Gudubed bir sağır misali. anlattıklarını duyamam. Dudaklarını göremem mesela, onları okuyamam. Dokunamam ruhuna, o o kadar uzak bir teslimiyette ki.. Yanaşmam imkansız, sana ulaşamam. Yalnız kalmaktan korkuyorum henüz izlenmemiş nefes alışlarımdaki tılsımlarda. Evet, gizlemiyorum bunu da. Doğruyu söylemekteyim her defasında. Fakat, acımalarıma ortak edemem seni, varlığına katlanamam. Bağlanmaktan ve bağımlı olmaktan uzak dururum çoğu an, bu tabirlere yakınlaşamam. Acımasızlıklarıma seni de katamam, yapma Allah aşkına ben sana iyilik yapmayı başaramam ! canımı yakmaya çalışma sakın, ve bu şahitsiz içtenliğinde tarifsiz hicve alışman yakın, küllerimden öle öle güçlükle dirildiğim isabet, ve bu ihtimal her halimde yabani ihtiraslar kıymetlenerek ibaret, yeniden acılarımla yanamam ! Hakkın varsa helal et, kalmamışsa eğer sus ve çığlıklarımda boğuluşumu seyret. Senin beni eleştirmek gibi bir özgürlüğün yok, olamaz da. hangi hakla, ne münasebet ! Boş ver be, ben anlatsam da sana göçebe insiyatifimi, istediğin kadar çabala. Yırt, at,vur kır dök gerekirse sözcüklerimi parçala. Sen yine de beni anlayamazsın ve buna istinaden çoğunlukla anlamlandıramazsın .

Rüyalarıma girme artık, fazlasıyla bedbahtım şu sıra, haykırışlarıma senin vesile olmanı istemiyorum. Yeterince tükendim çünkü şuanda, ileriye gidemem daha fazla yıpranamam, o en güzel temennilerden oluşan söz buselerine kanamam, yalanlarına inanmam ! Seni isteyerek zihnimde dolanan taze tesellilerimi korkutamam. Düşüremem gözlerimdeki pınarcıklardan ismini, hele bu resimsiz serzenişlerimi başkalarının görmesine dayanamam. Alınganlıklarım bile büzüşerek yenilenmekte, bir araya getirememekteyim onları. Önce kendimi toparlamam lazım, takatim buna bile yetmeyecek derecede eğilemem yere, onları toplayamam. Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar kısa sevinmelerim, alın yazımın sahne perdesinde farklı istikrarları oynatamam. Oyalanmamam gerekirdi bugün de, evvelinde kahırlarımı avcuma düşürmem gerek, ve yok etmeliyim onları -onların bana yaptığı gibi ! - yavaş yavaş, gülerek. O uğursuzluklara ulaşamadan isteklerimi, sevimsiz tercihlerimi bulamam. Varamam meşhuz konaklara, muzdarip ağlayışları kucaklayamam. Alınganlıklarım daralarak büzüşüyor her bir sıfatta, defterimi bulamam. Kader denen -şüphesiz- muhteşem iki yüzlü canavarı baştan yazamam. Bülbül değilim, güle konamam. Bedelsiz ve masumane aşkın özelliğini tadamam, onun kadar yüce bir onur'suzlukla yaşayamam. Ben tabip değilim, suskunlarıma derman olamam. Huysuzluklarımı, hırçınlıklarımı, yakarışlarımı bastıramam. Küçük değiller onlar, küçücük yüreğimden taşırırım elbet, sığdıramam. göz gere gere işlediğim bu cinayetin gafletini durduramam. Hıçkırıklarımdaki uğultuları kaydıramam merhamet ezgisine, lügatıma ihanet edemem, bunu yapamam. Bahane denen yalanlara meyleden maruz görüşleri tekmelerim tek kelimeyle, bunları umursamam. Saçmalıklarla uğraşarak vakit kaybedemem, onları umursamam. Gönül penceremdem kinlerime bakamam, kitaptan yığılan kurşunları tek bir noktada birleştirip kendime sapladım, etrafımdaki şeytanlara dağıtamam.

Bende var olan zaman içinde dondurulan, ızdırap denen kalıcı -ve bir o kadar da yanıcı, can yakıcı- sezgilerle doldurulan, saniyeler depreştikçe çiçeksiz ormanlara mahkum kılınan, ağaçları yapraksız toprakları kaygısız kayıtsız, papatyaların yeşermelerine hiçbir zaman tanık bulunmayan, virane, düzenbaz, yetimliğe adanmış yitik bir şehir, hazinelerimin yıkıntılarını onaramam. Hİçsiz'likle yıllanmış bir ömür, erdem adı verilen mükemmellik harap edilmiş, bir o kadar saygısız. Sadakati kalmamış evrenine bile, meleklerin yaraları kan tutmuyor, sargısız. Bu kadar kötü durumda olmasına karşın, bir o kadar da çilekeş yani kısaca dikensiz gülleri, teferruatsız. Ölüm.. Güneşin doğuşuyla battı içindeki şatoda, kalemi bahtsız, anıları duasız. Hayat yok bu şehirde, soluk alışlar faydasız. Karşılık beklemez fakat bu şehir, misafir girişi yok kullanışsız, kuşkusuzdur ki halinden pek memnun kuş uçmaz kervan geçmez Tanrı olsa kul baş eğmez, yürekli mi yürekli, istisnasız saltanatsız. .


11 Eylül 2013 Çarşamba

Geliştirilebilir bir yazı. Şimdilik gönlümdeki henüz tamamlanamamış ince bir sızı. Ben de istirham edebilirdim elbette Tanrı'mdan suskun sonbaharı, sessizliğine gömülmüş narin baharı ve yazı. Kış sunuldu dergahıma, karşı koyamadım bu lûtüfa ruhum acı çekmeye her halükârda razı .

  • Nasıldır şimdi Istanbul.. Yağmur yağıyor mudur, o mükemmel sis taneleriyle teni uyuşuyor mudur. Nasıldır şimdi Istanbul.. Yaşanamaz olmasına rağmen çoğu zaman manasız derinliklerinde boğulurken kaderine cümleleri takılıyor mudur ? Kız kulesi'nin gereksiz ve çirkin tavırlarına maruz kalıyorken hâlâ, ona aşık olarak duruyor mudur. Sürdürüyor mudur bu saçma çileyi ve eziyeti. Çoğu zaman işkence haline gelen meziyetini aralıyor mudur. Yaşıyor mudur, yaşayamadığı için yaşlanıyor mudur. Gamlarını mızrabına dilek takılan bir ağaca asıyorken , akıtamadığı gözyaşlarında yaslanıyor mudur. Avuçlarının tam ortasına hüzünleri dağıtılırken buna istinaden param parça olurken, geleceğe dair gönlünün en maznun mabedinde anlamsız hevesler besliyor mudur. Ne haldedir acaba Istanbul.. Gecenin en cüretkar saatlerinde, sol yanını sıka sıka tıka basa acılarını istifliyor mudur. Üzülüyor mudur hiç benim yokluğumda, kendi ummanlarında istemeye istemeye süzülüyor mudur ya da .. Üşüyor mudur, umutsuzluğa şahit olduğu her an ruhani uçurumlarından düşüyor mudur, arzularını düşürüyor mudur ? Tılsımını yitirmiş midir acaba o da, her bir odasında kanlı işkencelerine eyvallah çekiyor mudur. Giden her sevginin ve sevgilinin ardından hoşçakal diyebiliyor mudur hakkını helal edecek kadar masum mudur istanbul ya da her yeni başlayan aşk masalında geçmişine dair küfürler savuruyor mudur etrafına. Sıkılıyor mudur sihrini yorumlayamadığı cellatların diyarında, edebi malikanesini dar görünümlü safsatalarla kirletiyor mudur. Canının yanmasına dayanabiliyor mudur hâlâ. Belki o da ben gibi, huzurun tek adresi, alın yazısı yani kaderi olan ölümü düşünüyordur.
    Güllerin dikenlerini yoluyor mudur ona verdiği acılara istinaden katlanamadığı mahlaslarda. Acıyor mudur kendine, henüz açamadan taze taze solmayı başaran çiçeklerine. adını koyamadığı, anmadan duramadığı bir türlü varlığına katlanamadığı üç harfli 'biz' li hecelerine. Solmuş mudur acaba Istanbul. Koyabilmiş midir herhangi farklı birini benim yerime ? Yaratılıyor muyum onun ezberinde. Gözlerinde belertiyor mudur sesimi, uyuşmalar ona soluk almayı haram kılan yalvarmalar meydana gelmiş midir gamzelerinde ve hislerinde. Ne istiyordur acaba Istanbul. Her gelen misafiri yüreğinde derin anılara sebep oluyor kurtulamıyor bir türlü engel olamıyor canının yanmasına ve küstah insanlar tarafından varlığının karartılmasına. O da sen gibi, ben gibi acizane bedbaht bir kul .

19 Haziran 2013 Çarşamba

Ne hissedebilirim ki zaten bundan sonra, hiçbir şey ! Ne umut kaldı, ne heves ne çaba. Sen şansını senin gibi dünyaya toz pembe gözlerle dalan edebi yolsuzluğunda sına .

Avuçlarımın arasından kayıp gitti hayatım. Ne 'dur !' diyebildim, ne de kalması için engel olabildim..Sessiz ve kimsesiz bir yok oluş gibiydi adeta, ben sadece kenarıdan izleyebildim.Kendi ölümümü belgelere döküp bıkmadan usanmadan, canımı hediye etmeye niyetlendiğim küçük azrailciğimden korka korka süsledim. Sen.. Bu evren denen riyakar alemde gördüğüm en beceriksiz katilsin sevgilim ! Düşlerimin katilisin, düşüncelerimin matemisin. Ecelsin çoğu zaman, dudaktan kağıda akmayı bir türlü başaramayan fazlasıyla iyimser takılan, aruz ölçüsünün kalıbına uymayı yadırgayan, kinayeli bir gazelsin. Ruhumun en günahkar meleğisin. Vicdansızsın sevgilim.. Sigaramın dumanında tüten sensin, beni gamze gamze ebediyete götüren sensin. Gülüşlerimi katlettin, hevesimi söndürdün.Yaşama dair kuramadığım hayallerimi, arzularımı, sevmelerimi, şehvetimi gömdürdün. Kırdın, kırıldım. Kırdığımdan daha fazla kırıldım. Önemsediğim kadar önemsenemedim. Bu oldu evvel yazgılar içinde en çok canımı yakan. Usandım kimi zaman, an be an kimliğimden utandım. Oysa ki 'terbiyesiz' sıfatına layık görülecek hiçbir harekette veya davranışta bulunmadım, sen de farkındaydın. Yakıştıramadım çoğu zaman kendime seni, aynı hikayeyi farklı sözcüklerle okumaya çalıştım.Yapamadım. Dünyaya kör gözlerle bakan bir kişilikten zaten daha fazla ne beklenebilirdi ki ? Haklıydın, her lafında, her sözünde. Her davranışında her aşağılayışında. Genel olarak beni yok sayışlarında bile noktasına virgülüne, hecesi gecesine, derininden en iffetlisine kadar yasaklıydın. Burnumdan getirildi, haram oldu sevgi dolu buselerin gölgesinde beliren kilitli cümlelerim. Tuzaktın bana. Ve pek çok zaman için de uzak. Sen, isteksizlikle okunan, sonrasında hayatın bir parçası haline getirilmek zorunda kalınan, tiryakilik yaratarak, bu mertebeye ulaşarak ruhuma dokunan, kopacağımı bir an olsun aklımın köşesindeki mapushanelerde bile düşünemediğim en yadigar ezberimdin. Baş ucu kitabımdın, sayfalarını çevirirken herhangi bir zarar gelme ihtimalinden-endişesinden dahî korkulan. Yazık. Hemencecik de sönüverdi loş ışığımı aydınlatmayı öğütleyen o tövbekar ve gaddar tatsızlık.

Kimi zaman sana ait olmaktan, yalnız senin için nefes almaktan, her nedenime seni katmaktan yoruldum belki de. Üzerinden günler geçti, saliseler saniyeleri, saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri, saatler günleri, günler haftaları,haftalar ayları, aylar da yılları. Böyle bi kısır döngü içerisinde zaman zamanını kovaladıkça gizli gizli farkına varamadan yıprandım tabi. Beklenen sonun en meşakkatli gösterisinde sergilenen küçücük bir sahneydi bizimki, dahası ne olabilirdi ki ?

Susmaktan sıkıldım, her daim aynı kelimeleri sarf etmekten yoruldum, bıkkınlığım en tepesine kadar yürüdüm, sızlandım. Özümseyemedim hiçbir zaman kendimde böyle bir ihaneti, yine de 'seviyorum be ' dedim. Dayanırım' dedim. Elbette sabrımın tükeneceğini hiç tahmin edemedim. Sabır taşı olmaya çalıştım bazı anlarda, fakat öfkelerimin benliğimi yağmalamalarına göz yumamadım, tahammül edemedim, dayanamadım içimde kopan o haykırışsız fırtınalara, güç yetiremedim şiddeti ölçülemeyen zelzelelerime, dağılmaya fazla meyilliydim oysa.. Herhangi bir direniş sergüzeştinde sezdirilmeden ortadan ikiye ayrıldım. Parçalandım işte, her bir parça yas olarak geri döndü nefretime. Harap ve bitap düştüm, direnemedim. ayağa kalkamadım. Utandım ! Vazgeçilmenin tanımsız ve yardımcısız kusuruydu yüksek uçurumlar. Yârimin açtığı yaralarla ortada, bir başıma kalakaldım. Ne yardım dileyebildim, ne de mucizelere inanabildim. Tanrı, saçma duaları kabul etmezdi, ben de seni ondan dilenemedim. Üzgünüm, onun gücü bile seni ve beni, kısaca bizi bir arada tutmaya yetmedi. 'Neden bu yaraları açtın' diye soramadım, kıpırdayamadım bile. Direnişim kabul olamazdı, bu engeli aşmaya takatim yoktu karşı koyamadım. O uçurumdan atlayayım dedim ,tek bir hamlede kurtulayım işte. Biri tarafından son verilebilir mi artık bu evren bakışıyla kolaylıkla saptanabilen cennet işkencesine ?

Yapamadım. Cesaretim fazlasıyla birikmişti çoğu zaman infiallerimde, yaparım dememe rağmen ruhumu uçurumdan aşağıya huzur içerisinde atamadım. Boğazıma kalın bir urgan bağlayıp kendimi kabir azabına gark edemedim, asamadım !

Ne yaşamak için bir hedefim kaldı, ne de ölüme gidebilmek için sebep yaratıldı. İki arada bir derede kalmakmış bunun adı, başarılı olamayacağın hedeflere göz koymamakmış bunun adı, ellerini birbirine vurup da alkış tutamamakmış bunun adı. Mahreminde sağlam görünen bir ruhta veda gazabını işleyen hastalıklar taşımakmış, o mükemmel çemberin kafiyeli anahtarıymış, çerçevesine geceler boyu sarılarak gamlarına söz geçirememekmiş bunun adı. Olmadı. Kendimden nefret eder hale geldim. Kişiliğimden, beni ben yapan her gelişmeden uzaklaştım. Yaklaşamadım ve yakınlaşamadım hiçbir düşe, her bir satırı yarım bıraktım. Velhasıl kelam, hücrelerinde hârelenmiş, bahar yerine güz aylarını tercih etmiş, gıyabındaki karamsarlığa aldırış etmiş, narin dokunaklı, zaman zaman okunaklı bir ucube haline dönüştüm. Harf harf cesareti ve vurdumduymazlığı kaşıyan, saltanatın köşkünde en kifayetli korkaktım. Vuslat, kora benzetti yüreğimi. Kalem kalem yandım, küllerimden doğruldum acım yetersiz geldi. Yeni baştan yanadurdum. Yaşadıkça küllenirim, sızılarımı dindiririm diye arz ediyordum. Her yanışım, bir diğerinin tetikleyicisi oldu. Kor olarak kalmayı bile beceremedim, acının tadı muhteşemdi. Tenim yazıldıkça acım arttı. Sızılarım arttıkça defterim ayrılmaz ikilisini, yarımını tamamlayanını, en kadim dostu olan kalemini sattı. Bu nedenle fevkalade sancıların tadına bir tek ben baktım. Korkaklığı tanımladım, garipliğime ve çaresizliğimin silüetine saklandım. Aşka dair betimlemeler biriktirdim. Onları zihnimin bir köşesinde en acizane terbiyesizliğe muhafaza ettim de, etrafıma saçamadım. Çölün ortasında gördüğüm serabı gerçek sandım ben, doğru mu görüyorum ya da yanlışa mı sürükleniyorum , edepsiz rüyalara mı sapıyorum diye düşünmeden, hiç tereddüt etmeden varlığına, en azından var olacağına inandım. Ve sonunda bataklığa saplandım, çıkamadım. Hiç kimseye dokunmadan oradan kurtulmak, kendi amaçsızlığımın yardımıyla yer yüzüne adım atmak istedim. Meğer dokunmak gerekiyormuş bataklığın pisliğinden kaçabilmek için başka bir acımasızlığa. Oraya saplanıp da kurtulan olamıyormuş kimseye dokunmamayı tercih ettiği için. Bana da makul geldi bu durum, ne dokunurum ne de buradaki mevcudiyetimden rahatsız olurum dedim. Bana dokunmak isteyenleri hükmen yargıladım ve kırbaçladım. Onların özgürlüğü bana bağlı olamazdı, benim çığlıklarımı da yazılarımdaki noktalardan başka kimse duyamazdı. Yalnızca onlar bu duruma hakim olabilir ve öyle kalabilirdi. Sağduyu çerçevesinde tecrübelerime baş kaldıramazlardı. Onları reddettikçe, sana taviz verişim geldi aklıma. Adından, varlığından, benliğinden ve bencilliğinden utandım. Adına dair hiçbir kötü düşüncem yok, bu benim kendimden tiksinişimdi. Öyle ya, sonunun ne olacağını bile bile bir işi yapmaya kalkışmak, ona heveslenmek, rüyalarına ve fikirlerine, kalbinin en derinlerine onu sokmaya çalışmak yalnızca ahmakların yapabileceği bir delilikti. Kendimi akıllı sanırdım, artık kabul ediyorum. Deliliği geçtim, artık zırlamanın mahkumluğundayım. Okuyamadığım hecelerim vardı, onlar da teker teker terk ettiler beni. Onlar da kaçtı. Gözlerinde seni görür, gamzelerinde seni yaşatırdım. Yalnızlığım kocaman oldu artık, büyüdükçe hırçınlaştı. Ya yetiştirmeyi eksik yaptım, ya da kendimdeki gizli-saklı yanları seni hissettiğim zamanlarda yanlışlıkla ona aktardım. Kabul edemedi benim gibi suskun bir valideyi, her konuşma çabasında cümlelerine anahtarı olmayan zincirler vurdum, Belki korkar da bir daha konuşmaya cüret edemez dedim, kutusuna sığmadı. İkinci aşamasında gözlerini kararttım. Susturamadım. Emellerinin önüne, kalın geriye dönüşler koydum, sarılı anılarımın üzerine nağmesiz ezgiler vurdum, prangalarla bir odaya hapsettim onu. Henüz gençti, kuvveti oradan kaçmaya yeterliydi. Ya benim yetiştirme tarzım eksikti, ya da seni her düşünüşümde onu yanımda bulup hissizliklerimi istemeden ona aşıladım. Benden çok senle doldu. Her yanıma gelişinde bana seni sordu. Anlatamadım. Dilimden mısracıklarıma dökülemedi kederlerim, zorla açılmaya çalışıldı yüreğimdeki kara kaplı defterim. İzin vermedim. Ben izin vermedikçe o üstüme geldi, sonuçta o benimdi, bana ait olan ve öyle kalan bir nesneydi. Üzmeyeyim dedim, üzülmesine dahi vesile olmayayım. Fakat kendisi istedi, canım zaten yok olmak üzereydi. İlmek ilmek bizi ona anlattım. İstenmeyen bir çocuktu, zorla peydahlanmıştı ! Tüm gerçekleri bir bir suratına haykırdım. o durgunlaştı, vaziyetini gözlemledikçe ben donakaldım. Sonuçta benim el bile sürmeye çekindiğim en manidar yanımdı, canımdan bir parçaydı, tamamlanamamış sorularımdı, sahi.. canını yakarken nasıl oldu da bu kadar gaddarlaştım ? Anlayamadım, kavrayamadım. Sezgisel dürtülerin içinde ona özel bir yer bulamadım. Arada bir, öyle krizler geçirdim ki, bilincimi yitirip sana doğru geldiğim her 'hükümsüz saplanışlar' adı altında öteye beriye attığım şarkılarda, bulunduğum her eylemde sahip olduğum görünüşlere kızdım, ruhumu evire-çevire dövdüm. Anason kokusu yayıldı maneviyatıma, zamanın mürettebatıyla aniden sızdım, düşün yani ben bile kendimi yadırgadım. Soysuzlaştım, ruhsuzlaştım. Her seferinde seni bestelerken doldu gözlerim, en savunmasız mutluluğunda saldırmaya çalıştı kirpiklerime sözlerim, peşi sıra kovalandı da yaşlarım, ağlayamadım. Hücrelerimden bir bir aktı kanlarım, göz yaşı yerine kan akıtır oldum. Hem yaralandım, hem karalandım.

Sana ve bana ait kimliği belirsiz bir öksüzdür benim yalnızlığım. O büyüdükçe ben yorgunlaştım. O sordukça ben suskunlaştım. Ve seni ona o kadar büyülü ve sihirli kalemlerle yazdırdım ki inisiyalime, elbet bir gün yollarınız kesişecek. Ve elbet bir gün senin de yüreğine kor alevler bir fahişe tarafından düşürülecek. O zaman beni hatırla, olur mu sevgilim ? Namını içeren tek bir anım kaldı benim. Onu da pek yakında teslim edeceğim.

Zulümden beter bu acı hiçbir faaliyet söndüremez içimdeki su kabul etmeyen yangını. Ölüm bir kurtuluş, yavaş yavaş kaçış, durduk yere anlamından sıyrılıp yok oluş. Ölüm, tek anlamıyla tüm sıkıntıları omuzlardan atmak, kara toprağa göğsünü gere gere yatmak, alacağın cezalar müessesesinde-karşılığında- azrail'inle antlaşıp kötülüğe meydan okumak, Tanrıya tapmak. Ben ölümü bile hak etmiyorum. Ve bizzat bu nedenlerden ötürü kendimi yaşıyor saymıyorum.

Geçtim aynanın karşısına şöyle bir baktım mahşerime, adabıma. Gördüğüm yüz başkaydı, öldüğüm ruh başka. Karşılaşmaktan çekindiğim yüce emellerim varlığımı ince ince kemiriyor adeta ! Şartlar olmamalıymış -( zaten yokmuş ) -, koşul koymak günahkarlıkmış -( genelde suçmuş )- aşkın bilmeceli girdabında.

26 Mayıs 2013 Pazar

Parça parça, paramparça . Kelime ve yazım hatalarım, neyse önemli değil .

Ben bir insanı unutmak için hiçbir zaman başka bir insanı kullanmadım. Çünkü bilirdim,gerçekten seven ve sevilen hiçbir koşulda ve asla unutmaz ve unutulmaz'dı

Buna istinaden karşılaştığım her bir cansız görünümlü yaratık, benimle geçmişini unutmayı denedi. Bunu öğrendiğim an, fark ettiğim zaman kimseyle konuşmadım.Herkesin vardı hatıralarından silmeyi beceremediği, hafızasına kazıyıp unutamadığı biri. Genelde unutulan taraf oldum zaten, bir Allah'ın kulu ' seni unutamadım' demedi. Alışkın olduğum bir durumdu zaten, çok da zoruma gitmedi.

Ben mi basittim, ya da zihnime sunulan kurallar mı herşeye engel teşkil ederdi. Veya söylediğim sözler, uyguladığım katı ve aralıksız merakların beşiğinde büyütülen yargılar mı bana sevilmemeyi tercih ettirdi ? Olmadı, tavırlarım mı zoruna gitti ?

Bilemiyorum.Fakat zaten artık o kadar da fazla önemsemiyorum.

Yalnızca bir kişinin adı hafızamdan silinemedi,onunla da zaten yaşanılanlara aşk denilemezdi.Muhtemelen çocuksu anlarımdan birine denk geldi. Belki e bir tek onu sevmek istemiştim. Bu hakkımı da onda kullanayım dedim. Malum aşk bir kumar işiydi. Elinde ne kadar çok hile varsa, o kadar heybetli ve görkemli anıların ruhuna işlemesine olanak verilirdi.

Belki de gerçekten o sıralar sevgiye muhtaçtım. Belki de yalnızca onun beni sevmesini arzuladım. Zaten, beklenen son belliydi. Fazla dayanamadı bana, katlanamadı her an önemseyip hatrını soruşlarıma. Pek yanımda olamadı,o da beni bırakıp gitti. Haklıydı esasında, hem de fazlasıyla. yahu kim bana dayanabilirdi ? Kıskançlık krizlerimi kim kaldırabilirdi ? Bu kadar aciz bi insanı, kim yanına yakıştırabilirdi ? Kim hangi hakla hayatını bile bile uçurumun kıyısına sürükleyebilirdi ki ? Fazla diretmedim, direnmedim de. Gidişi aklına koyana dur demek inatçılığıma yakışmazdı. yakıştıramazdım daha doğrusu, Kal desem kalacak mıydı sanki ? Kalmak isteseydi gitmeyi arzular mıydı peki ? Hayır elbette ki, yalvaracak değildim ya. Dur sana ihtiyacım var, özlüyorum seni hasret ruhuma kör bıçaklar saklayıp yatağımın baş ucuna sıkıştırılan pahalı bir mücevher gibi ' diyemezdim ya. Engellemedim ve zorlamadım onu. Kal da dyiemedim, git de. Seçim onun olmalıydı, tercih belliydi. Yapacak ve yapılacak hiçbir şey yoktu. En azından ben git demedim, içim huzursuz ruhum donuktu. Donmuştum sanırım, kasımın hafif rüzgarları düşüncelerime küfür yağdırıyordu. Karşılık vermedik, her zamanki gibi susmayı yeğledik. Kimse kimseye şaka yaparmış gibi ' Ben gidiyorum' diyemezdi hoş. Kal der belki' diye kalemine hükmeytmek çocuklara yakışırdı. Üstelik gurur denen önemli bir mevzu da vardı. İncindim incineceğim kadar, dibe batırıldım dayanabildiğim kadar. Peki onun için değer miydi ?

Tabii ki değerdi. Ama her zaman değil. İp yırtılmışsa eğer, koptu kopacak durumuna getirilmişse, inceldiği yerden kopacak ve gözlerin kan çanağına dönene dek yerlere tılsımlı buğulanmalar dökülecek artık. Çünkü her yeni bir düğüm, her yeni bir yıpranmayı yerine getirir. Ne kadar bağlarsan bağla, inatlaşırsan inatlaş, dayanırsan dayan, tek bir hamleye bakar ortada yalnzlığınla donakalman. Ben zaten bitiremeyeceğim işe başlamazdım, böyle olması muhtemeldi. O önerisini karşıma sundu, günün önem teşkil etmeyen herhangi bir saati. Ve hece hece sordu, ben de hiç karşı koymadan olur dedim. Kabullenmekten, kabullenmeye çalışmaktan başka ne yapabilirdim ki. Başka hayatı vardı onun, güzel bir geleceği, yanına yakıştırıp sevebileceği bir kadını olmalıydı. Benim gibi cahili umutsuzu, varlığıyla yokluğu hiçbir fark ettirmeyeni, beceriksizin tekini kim isteyebilirdi ? Onun geleceği mutluluk, benim kaderim geçmişimin kıyametiydi. Yine de kızmıyorum, kızamıyorum ona. Aradan uzun zamanlar geçmesine rağmen, söylenmiyorum ona. Vazgeçilmek artık, bende bir hayat tarzı haline geldi. Ve bundan sonra hiçkimseye şans vermeyeceğim. Yalnızlık denen mükemmelliğin harflerini, en dar anlamına kadar gönlüme yerleştirdim. Her bir sigara dalımda ben onu yudum yudum içtim. Oraya onu oturttum, bütün hakimiyetlerimi ve kudretlerimi ona verdim. Biz ikimiz, yalnızca kendimiz beraber olduğumuz sürece mükemmeliz.

Şimdi.. unutulmaya alıştığımız için ve bu çaresizliğe bağlandığımız için,önemsemiyoruz hiçkimseyi ve hiçbir şeyi. Gerçek sevgi unutulmaz çünkü. yaran kabuk bağlar, ruhunda ve bedeninde ona sunulan özel bir an vardır geceler boyu düşüncelerini yasaklar fakat asla kapanmaz o yara. İşte bu yüzden kızıyorum kendime.

Umutsuzluklarım ve uyumsuzluklarımla dertleşmemi O istedi, kendimden nefret etmemi ve tiksinmemi o öğretti. Ezgilerime darılmayı, onlara küsmemi o tercih etti. Bedenen değil ruhen yan yana gelebiliyorduk, en azından gittiği ana kadar bana bunu hissettirdi. Ya da öyle olduğunu hissetmemi istedi. Ben ona yeteneksiz olduğumu, umudumu kaybedip kederlere boğulduğumu söyledim, kanıtladım hatta bir bir kötülüklerimi.

Bendeki neydi biliyor musun ? Yenileceğini, köleleştirileceğimi, kaosların içine düşeceğimi, dalgasız denizlerde boğulacağımı bile bile bizzat kendi isteklerimle heveslerimi önemseyerek kifayetsiz bir cüretle durgun denizlere girmekti. Belki kurtarıcım olur, belki birinin bana yardımı dokunur ' diye telafisi olmayan hataların eşiğine sürülmekti. Hiçbir şeyi garanti altına alamadan teyakkuza ve bilinmezliğe yürümekti. Velhasıl kelam, günahkarlık, insafsızlık vicdansızlık ve acımasızlık, yani işlenmemiş, ödenememiş hataların bedeli her zaman bendeydi. Bunların kefaletini ödemekle görevlendirilen tek kişi bendim, Ne yazık ki !

Her neyse.. Olacağı buymuş, böyle olması gerekliymiş, falanmış filanmış, öyleymiş demek ki.

Ve sen.. Kimliği çöplüklerden toplanan adaletsizin teki,

Eğer ruhunla sevmemişsen herhangi birini,hiç sıkıntı yapma bu durumlar sende meydana gelemeyecek. Senin gibi yalandan ' seviyorum ' ayakları yapanlar hiç bir koşulda gerçek aşkı öğrenemeyecek.

Acını anlatırsın çünkü, mutluluğunu asla. Boğuşma, direnme, zorlama. Her aşkın kitabı sonu böyleydi diyerek yazılır özenilerek başka bir aşka .

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Artık bu kadar. Kısa, öz, yarım. Hiçbir önemi kalmadı dünümü takip eden yarınlarımın .

Ne hevesim kaldı,ne gücüm ne itaatim. Ne amacım kaldı,ne inancım ne dirayetim..Katlanılamayacak kadar kirliydi gölgelerim. Havaya uçuşturulan satırlarda yaralı kaldı yere göğe sığdıramadığım isteklerim. Çok meşakkatliydi aşk,bir o kadar da gösterişli. İsyankâr bi çocuğun avuç içlerinde karalı kaldı her zaman beyazı temsil etmek için didinen renksizliği..

Aşk yalnızca masallarda yaşatılırdı. Çünkü her vakit ona karşı savaş açan gerçekler vardı.

 
Her sulhün sonunda tarafsız bir galip aranırdı. Ve gülüşleri lekelenen aşkın, bu münferit zamanlarda ruhu daralırdı. Kaybedemezdi o, kaybetmemeliydi (!) Adı, gecenin aydınlığında dudaklarda yankılanan olmalıydı. Yankılanırdı yankılanmasına da.. O her zaman kaybeder, dilden dile dolanırdı.

Yanılırdı, yalnızlaştığı sanılırdı. ilişirdi mutsuzluğunun yanına.. Ona sarılır ona yakarırdı. Çocuk gibiydi aşk. büyümek istemedi. İstemediği halde büyütülmek zorunda kaldı. O her zaman çocuklar gibi mutlu kalmayı arzuladı. Dertleşirdi anılarıyla, onu padişah kılan hatalarının varlığıydı. Kendine inanmayı besteledi güfteledi. Ömrünü feda etti birkaç satırlık muazzamlığının uğruna kelebekler uçuşan ruhuna, başaramadı. Aldığı her nefeste sanki kıyamet kopmuş da günler ilerlemişcesine yüz yıl birden yaşlanırdı. Acı çekmesine rağmen mutluymuş rolüne kapılmak tanrının kaderi hakknda kaleme aldığı beklenmedik bir muammaydı. Gerçekleşmek istedi yaşanmak ve yaşatılmak istedi. Yaşamak ve yaşatan olmayı arz etti. İstekleri mahşer düğümüne fazla geldi, kalemi suya atıldı, dibi görünemeyen kuyularda adına ağıtlar yakıldı, fermanına üç harften oluşan kısacık bir yazı kazındı, yazamadı. Defteri cehennem azabına takıldı, yaranamadı. Sözcükleri gözlerinde asılı kaldı, bir türlü yere düşmeyi başaramadı. Dibe çakıldı, bunu arzuhaline sıralı bıraktı, ölemedi bir türlü. Buna rağmen tadına varıla varıla hayatını yaşayamadı. Sancılarından kurtulamadı, içini kemirdi yoksul bir düşünce. Günden güne onu harabelerde gözlerini açmaya zorladı, özgürlüktü amacı. Hiçbir kalıbına uyamadı. Kendi içine sığamadı, başkalarına sorulduğunda ise yere göğe sığdırılamadı. Ağlamak istedi, kirpiklerinden temizliğine kanıt olarak gösterilmesi gereken yağmur damlacıkları serpmek istedi rüzgarına, güneşin mahremine tanık oldu, utandı. Ağlayamadı. Sevmek istedi, sevilmek istedi, dalından ruhunu ayırmak istedi, kendini çöllerdeki seraplardan mahrum bırakmak istedi, tuzaklarına yenildi, yapamadı. Ruhunu eline aldığı her vakit, anlamsızığı karşısında büyülendi adeta, uyanmak istedi uyanamadı. Uyumak istedi, uyandırılamadı. Kazanmak istedi, koz olarak kullanabileceği her ne varsa içinde dışarı çıkardı, kustu hisleri bulandı. Çoğu zaman dertlerinin eşiğinde oturur bir çıkmaz sokağa, gökyüzüne bakardı. Bunaldı. Sıyrılmak istedi, yerdi, korkaklığını tenkit etti ve en sonunda makberinde görülmeyi istirham etti. Fikir beyanlarını teyid etti, eleştirilerinde her daim evvelini kötülerdi. Gökyüzündeki yıldızlara, ulaşılmaz oluşlarına küfrederdi, içten içe edebine söverdi de yine de o maviliğe dalmaktan vazgeçemezdi. Gökkubbenin seyri, aldığı son nefesleri gibi ona ilham verirdi. Bir gün hiç umdığı bir anda, gamları söyleşiverdi, kederleri dile geldi. 'Ahiret gününde şeytanlarıma yem olarak iyiliklerimi sunacağım dedi, şeytanlarıyla muhabbet etmeyi severdi. Kaybetmek için kazanmak gerekirdi, aşk kendi namına hiçbir sual kazanamadı. Yorgun düştü, ateşini közleyen çıkmadı karşısına hiçbir zaman, küllerinden yine ve yeniden özlemleriyle doğamadı. Gerçekleşmeyeceğini adı gibi bildiği halde ufak bir mucizenin arzuları arasına katılmasını bekledi. Mucizelerin imkansız olduğunu, olasılıksızlığın muammalara kanıt ve de tanık olarak sunulduğunu her daim zihninin hazin bir köşesine gizlemeyi bilirdi. Bu, yokluktan var olmak demekti. Olamadı. Var olamadı, soluk alamadı. Kalemi ruhunu hırpaladı, canından can aldı, ölüm en kolay görünen yalandı, inanmak istedi. Öleceğine inanmayı hayal etti. Yanılmamak istedi, kolay kolay ölemeyeceğini, kansız bir günahkar misali alın yazısı tarafından süründürüleceğini adı gibi ezberlemişti. Saklı mezarlarına canı sıkıldığı zaman, ruhu daraldığı zaman bu kitapsızlğı işlemişti. Düşleri düşüncelerine savaş açtı, Askerleri sevgiye muhtaçtı, hitabetleri ile kitabeleri uçuruma sürüklenen acizane yoldaştı. Yenilgilerine karşı koyamadı, bir hayal uğruna nefeslerini bölük pörçük etrafına saçtı. Ruh evinde, görünmezliğinin gölgesinde, matemlerinin suretinde, hüzün içinde kayboldu. Vakit -namı değer zaman-, avuçlarına yakılan gereksiz bir uğraştı. Ne var oldu, ne ölümü düşmanlarına sevinç oldu. Dünya aşka karşı çıktı ve aşk hiçbir zaman gerçek anlamda yaşanamadı. Ölüleşen dirilerdendi, vardı ama yoktu, temmuzun güneşi onun için pek soğuktu, güllerin büyüleyen kırmızılığı için kullandığı hitabına onun için pek soluktu.Yalnızlık şehriydi aşk, orada bulunur, kavramlarından ve kavgalarından, arada bir boğazına yapışan kargaşalarından edindiği tecrübeler vesilesi ile o şehirde yani kendi içinde durulurdu. Ona hiçbir zaman gerçekten nefes almayı öğrenebiliyor musun diye sorulmadı. Çığlıkları dışında aşkın herşeyi aynı kaldı. Herşey ve herkes aynı, farklı olan yalnız'ca aşktı.

Belki de yalnızlıktı aşkın o ırmaklar misali ç'ağlayan derdine derman olarak kıymetle sunulan ilacı.

 
 

27 Nisan 2013 Cumartesi

İstanbul .

Bir gece olsun hele.
Bir tek o dillensin, karartıda aşk katilliğe yönelsin.
Sonra da pişman olsun, fakat bunu söyleyemesin.
Var mı böyle intihar eskilerin yıllanmış şarabında
Kaldı mı merhametsiz dayanışmalar kirletilmiş aş'k romanınlarında.
İstanbul'a sövmek kolay da, niçin direnemiyorum bu mazeretsiz kanuna ?
Sevdanın kanunu mu olur, yüreğinle kanıyorsun ihtiyatsız bu duruma
Dokunmaya korkuyorsan, iç çekişlerinde onun adını sayıklıyorsan hâlâ, neden ve nasıl inanamıyorsun aşık olduğuna !
Öyle çok anlatmak istediğim yok aslında. Özlemiyorum seni. Çünkü özlememem gerektiğini, herhangi başka birini sevdiğini, onunla uyuyup onunla günlerine merhaba dediğini, zihnine sana layık birini yerleştirdiğini adım gibi biliyorum.
Kahretsin. Ne yazık ki bunun farkındayım, yudum yudum dibe çöküyorum.
Ahdım olsun Istanbul sana, muhteviyatında barındırdığın anlamsızlıklarımı bir bir siliyorum.
Bıktım üstadım, yoruldum artık birazcık da sen beni anlasan, hadi anlamadın varsayalım en azından saygı gösterip seni içen kızgınlıklarımı anlayışla karşılasan ? Benim sana katlandığım şekilde sen de bana katlansan ?
Hayırdır, nerden çıktı bu sualsiz çaba, sen de isminin baş harfini kazısana benim gibi ruh yanmalarına ?
Ne o, yapamazsın değil mi. Kaldırabilecek güçtesin illaki, fakat esip savuruyorsun yalnızca beni,
Önemsemiyorsun bile, düşlerime ve yanaklarımdan süzülen gülüşlerime bu denli hiddetlenmenin, şiddetin yakarışıyla karşı gelmenin sebebi başka ne ola-bilir- ki
Bir bana düşmansın, bir bana yara
Sen,benimle uğraşmayı bırak da, ciddi anlamda seni sevenlerde kuşkuyu ara
Tamam, en azından ben seni sevmediğimi yüzüne tükürdüm de -ya-defalarca,
Diğerlerini de koy çarmıha, seviliş nedenlerini zorla açıklat kolaysa.
Yineliyorum, ben seni hiçbir zaman sevemedim, yine sevmiyorum. Fakat onlar yüzüne gülüp arkandan iş çeviriyorlar
Bu mudur adalet, bu ne kadar da aptalca bir muamma !
Yapma amaa, seni sırtından bıçaklayanı, sırf sen küçük küçük adımlarınla mutluluğunu terk ederken ardından bağırıp ' seni seviyorum Istanbul ' diyerek yine ve yeniden ruhunu kamçılayanlara, kandırmak maksadıyla sessiz bir biçimde çığlık atanlara tapma
Aç gözünü şapşal, rakı masasında meze olarak sunulan acıların ve anıların alayı palavra !
Duy sözümü artık, senden tiksinen ve buna rağmen senden kopamayan-gidemeyen benim.
Seni ittiren, umutsuzluğa sürükleyen, sevimsizleştiren velhasıl kelam en azından güçlü olmaya alışmanı gerektiren gaddarlığının teşviki, ilani, tefsiri ve tenkiti, benim.
Soluk nedenlerinin ardına sığınıp yedi cihana senden nefret ettiğini bağırarak anlatan-yağdıran benim.
Sen benim kıymetsizim, sen benim düşümde can verenim. Beni yarı yolda, ölümsüzlük çamurunda kandırarak bırakıp gidenim.
Dünya üzerinde aldığım nefesler ile cennetimi cehenneme çevirenim,
Azaplarımla ısdıraplarımı bilfiil hiç tereddüt etmeden üzerime yürütenim
Sen benim defterlerimi çöplüğün tam ortasında öyle çaresiz öyle ümitsiz ve öyle yarım yamalak ve öyle insafsızca bırakıp gidenim
Zamanında tapıyordum dalgalarına, rüzgarlarına ve gamsızlıklarına, Tanrı aşkına söyle senden nasıl nefret edeyim de bırakıp gideyim ?
Ben, senden nefret ettiği halde, güzelliklerini çirkinleştirdiği vakitlerde etrafına bakıp da göremediği için kendine hükmedemeyen, hiçbir sevimliliği hak edemeyen, çevresinde ve bilhassa diğer mahkumiyetlerinin hüküm evinde edepsizlikle ödüllendirilen, anlamlandıramayan hiçbir şeyi,
Hedefini kirleteni acımasızlığıyla ezdiği zamanlar ruhu güruha eren, konuşarak susan sustuklarında boğulan, yaralarını bir türlü hücrelerine sığdıramayan, kendini güneşlerine hapsedip orada zor kullanılarak idama tabiî tutulan, içindeki çocuğu öldüren, genç yaşında bunamayı tercih eden, ne seven ne sevilen. En acısı da şudur ki, etrafına saçtığı gereksiz kahkahalarına arada bir gerçek anlamda gömülen, gülüşlerinin sebebini ölüm adı verilen kurala atfeden, günahkarlığıyla övünen, yalnızlığına bağımlı görünen..
Ben, seni kalemi ile bıkmadan usanmadan lekeleyen !
Ben senin kaoslarını çürütenim. Ahirete sunduğu köleliğini, mabedini yalnız senin huzuruna getiren, ruhundaki şarkıları bir tek sana dinleten, senden uzaklaştığı kadar edebine hasret biriktiren, ben seni aslanların celbi gibi galibiyete yüceltenim
İyinin kötüsüsün benim için İstanbul.
Ne kadar tiksiniyorsam senden, bir o kadar bağlıyım yıldızlarının ulaşılmazlığına esasen.
Lâkin yine de hâlâ nefret etmekteyim sergüzeşt mahzenlerinden. Öldüremiyorsun beni, yaşatamıyorsun da.
Ezildiğimi, liğme liğme çiğnendiğimi, aşağılandığımı hissediyorum ve seziyorum senin tarafıından adeta

21 Nisan 2013 Pazar

Çok saçma, farkındayım. Düzeltilir bir ara, şimdilik aşkın en manidar muhteviyatındayım.

Hiç aklına geliyor muyum ya da, adımı anınca sızlıyor mu içindeki köhne kinsizliklerin. Ben bu kızı ne hale getirdim diye hissedebiliyor musun arada sırada ? hüzünleniyor mu kalemin. Zaten sevmiyordu hiçbir şeyi, huzursuzdu ve bir o kadar da kaprisli. Sevimsizdi bir o kadar da dünyevi. Zorlamıştı beni, en sonunda geldi intikam vakti, rahatıma kavuştum. Meltem rüzgarlarıyla sonunda ayrılığı sezdi. Yalnızlık belki de onun kaderiydi. Kim ister,kim katlanabilir ki ona, canı pahasına sakladığı kalemleri bile ruhuna özenip karalamışlar gülümsemeyi !
Hiç özlüyor musun beni, keşke yanımda olsaydı başını omzuma yaslayıp uyusaydı. Ruhu dinseydi benimle, damlasız akan yağmurlarından kurtulsaydı. Hayatı sevebilirdi belki de, yalnız bana sahip olsaydı.. diyor musun hiç.
Düşünüyor musun beni, bir yara da herhangi bir sıfat, bir sinir ufak bir kızgınlık bir rüya. Bu tarz kötü giyinmiş düşünceler soruyor mu beni, aklının odacıklarına sokuyor mu ya da ? .İşkence gibi geliyor mu her yeni salise sana da ? Benim yaşadıklarımı yaşıyor musun ?
Öyle çok daraldım ki senle ilgili, artık kalemim bile yazamaz oldu seni. Hece bulamaz, çaresizliğimi anlatamaz oldum. Zaten suskundum, artık kelimelerle bile konuşamaz oldum. Onları da susturdum konuşturamaz oldum. Şimdilerde takılı kalıyorlar işte üç-beş heceye. Anlatmak istedikleri o kadar çok şey var ki, kalem dile gelemiyor dökülemiyor geceye. Ruhları öyle sıkıştırıldı ki, karşı koyamıyorlar sırtlarında kazılı kalan riyakar işkenceye. Canları yanıyor, yandıkları an alev alıyorlar ve daha çok fısıltıya gömülüyorlar. Elleri kanıyor, yere düşen damlacıkların seyrine dalıp üstlendikleri görevleri yerine getiremiyorlar. Gözleri kırmızıya bürünüyor, kan kırmızısı oluyorlar da bir türlü ağlayıp içlerini dökemiyorlar.
Öyle çok sıkıldım ki senle ilgili, benimle değilsin. Benle değilsin hayat denen kahpeliğin oyununda. Yardım etmek istemiştin bir zamanlar kazanmak yerine daha beter dibe battım adeta. Sen benim olamayacaksın kabul/ tamam da, ne işin var o halde her yastığa başımı koyduğumda göz ucumda. Öldürmeye mi çalışıyorsun, maksadın ne. Yetmedi mi ruhuma yasakladığın, kapattığın ihtiraslar, sırasıyla. Aptal bir intikam romanı mı lazımdı yoksa sana ?
Çıldırmanın eşiğinde, yok olamamanın beşiğindeyim. Bir sigara daha lazım adının baş harfine, yandıkça kül olasın gelmeyesin düşlerime. Ben seni kovmaya alışamadım henüz, yerimde olamazsın anlayamazsın beni, İyisi mi alışmaya çalışma sakın güzel günlerine. Kolaysa empati kur, koy kendini ben yerime. O zaman dene bakalım, katlanabilecek misin kalemindeki sitemsiz izlerine, kanlı gölgelerine .




Bir de utanmadan diyorlar ki ' Niye bu kadar duygusuzsun ve bir o kadar da mutsuz ? '
Napayım. Ben izin vermeden güneşin karanlığında tecavüz edilen, ırzına geçilen gülüşlerimin ardından sevine sevine alkış mı tutayım. Çok iyi yaptınız, memnun oldum bir daha beklerim diyerek el mi sallayayım ha, napayım ? Bu acı bana az geldi, dur üstünü ben tamamlayayım, zahmet etme sen deyip muhteşem şarkılarıma kan mı kusturayım. Ne gelir bu zamandan sonra elimden,ne gelir suratsız melun silüetimden. Kazandığım hiçbir savaşım olmadı benim zaten ! Umudum yok tamam mı, tek beklentim ölüm. Okunamaz oldu yazılarım, onlar da yok olacak yakında, az kaldı. Dar ağacında kahrolamayıp yakalarına yapışan anılarla cebelleşen, an be an heveslerinde var olmayı gizleyen arzu eden buğulu bir kördüğüm.

12 Mart 2013 Salı

Aynı kelimeler aynı imgeler. çok sıkıcı .

'Bir gidişi yaz' dediler. Anlatmaya kelimelerim yetersiz kalır' dedim.Sonra, Mecnun'un Leyla'ya olan o ölümsüz sevdası geldi aklıma, kendi zırhımı -aşkımı- mızrakların yardımcısı olan hayal kırıklıklarına mühürledim. Harap-bitap düştü bedenim, sancılarımı törpüleyemedim.Yarların açtığı kapanmaz yaralar vardır. İnsanın içinde kanar durur, her bir fidanı bulutsuzluğa serpilince, yarasına tuz basıldıkça o çok sevmişliğin failini, onun varlığını anar durur. Çaresizdir çoğu zaman, tabiplerden medet umar, her cümlede yanar durur. Körelmiştir içi çoğu zaman, n'açar hâline üzülür üzülmesine de, tanımlanamayan derdine kimsesizliğin elinde derman arar durur.

Ben O'nun bakışlarında kendimi görürdüm. Ben O'nun yakarışlarında karanlığa gömülürdüm. Dokunmak yoktu bizim dünyamızda. Bir çift semadan yansıyan niteliksiz, tarifi belirsiz çaba, tüm saldırıları yok ederdi adeta. Bakışarak sevişirdik. Teni tenime değmeden, usulca. Ruhlarımız birleşirdi ezgisi kulağa hoş gelemeyen ses tonlarımızda. Bilinmez bir şarkının içinde kaybolurduk. Susmayı severdik, kendimizden fazla. Aşk, sessiz olup dağları aştığında anlam kazanırdı bize göre. Gözlerin konuşması vardır ya, denediği ve becerdiği en masum olasılık bu idi şairin dizelerinde. Birbirimize odaklanırdık, hani rakı gibi bardağı bir türlü boş bırakmayan sarhoşluk var ya.. Yan yana geldiğimiz zamanlarda sarhoş olurduk biz. Bağlıydık birbirimize, kopamazdık. Sevgi ve sevgiliye dair bağımlıydık, ayrılamazdık. Bilirdik çünkü, benimsemiştik.. söz vermiştik birbirimizi bu yolda asla yalnız bırakmayacağımız hususunda and içmiştik. Fark etmiştik, ayrılık elbette kadere kazınan sinsi bir keder değildi. Değildi de elbet.. Her an, ölüp ölüp dirilmek tapınaklarımızda ruhani bakıcılarımıza çok ağır gelirdi. Olmazdı, olamazdık. Biz, bir olmadan yaşayamaz ve yaşlanamazdık. O ufku görünmeyen kâbuslara sırtımızı yaslayamazdık. Sonra, bir gün.. Birşeyler oldu. Sanırsın içimizde kıyamet koptu. Üzerime yanar dağların yamaçlarına tutunan kor kor alevleri savruldu. 'Git !' dedi bana. ' Sevmiyorum seni. Zaten, hiçbir zaman iç dünyama seni yerleştiremedim, sevemedim ki. Yetiştiremedim, büyütemedim. Olgunluğuna erdiremedim sendeki beni. Sen.. Kötü bir alışkanlık gibi, gafil avlandığım bir anda sarıverdin düşlerimi. Silahsız konumda iken, herhangi bi savunma imkânım oluşmamış iken büyüleyiverdin hüzünlerimi. Hiç hoşuma gitmedi gamzelerinin mahrumiyeti. yüreğime sıkıştırdığın gülüşlerin bile etkileyemedi beni. Ben yalnızca.. Yalnızlığım geçene kadar, ruh evindeki yağmurlar dinene kadar, varlığına alışmaya çalışana kadar.. Hayatta tutunabileceğin ilk ve tek kırık dal, parça parça birikmiş edebinde tarumazlar. Senin ben gibi olmaman için var oldum yanında. Gecende gündüzünde, hastalığında sağlığında. Gecenin riyâkar çırpınışlarında. Geçmişindeki küfürlerde, geleceğe bakamadığın umudunda, her anında. Benim için, kendi çıkarlarım için var kaldım senin yanında..

' Git ! ' Ben senin olamadım. Dokunamadım bile sana. ruhun o kadar bedbaht, o kadar vicdansız, o kadar kör ve o kadar terbiyesiz ki, ona her yaklaşımımda kirletti beni, ırzına geçti düşlerimin, defalarca ! Direndim, elimden geldiği kadar karşı koymaya çalıştım. Fakat her defasında, yeni bir yara daha aldım. Yaşlarım kana döndü ulan, senden çok ben paralandım. Tabiplerin alnıma kazıdığı merhemler çoğaldı sayıca. Bu ilaçların iyileştirici etkisinde iken bile sarılamaz,düzelemez hâle geldi artık bendeki yara.

' Git! ' Sen olmak, senin olmak azap gibi.. Cehenneme düşeceğini bile bile, isteyerek günah işlemek gibi. tüm olasılıksızlıklara karşın aşka inanmayı başarmak gibi. Sevmek ve sevilmemek gibi. Seninle yaşamak bir ısdırap aslında. Minik bir yalan attım ortaya, anında tav oldun, alıştın hemen buna. Sonrasında da, kapılıverdin soğuk soğuk esen rüzgara. Yazıklar olsun sana ..!

Elbette, ben bunları duyunca sanrımla yarışınca, en sonunda anladım ne ben çölün gölündeyim, ne de kulağımı tırmalayanlar muamma. Yar dedim yara aldım, asla zehrolma dedim, gam altında yakıldım. Ömrüm ömründür dedim, sığ tellerle sarıldım. Kamçılandım, darbe aldım, karalandım, sakındım. Öylece bir başıma, ortada kalakaldım. Duyduklarım şaka gibiydi. Yapamadım hiçbir şey, kımıldayamadım bile, o halde donakaldım. Belki de yanılgılarıma ve sanrılarıma dair hiçbir şey yoktu, yalnızca ben var sandım. Ben seni senle değil, kendimle paylaşmazdım. Ses çıkmadı, birbirlerine değip de hiçbir sözü haykıramadı dudaklarım. Sustun, sustum, sustular.. Sızlamadı özlemim, inanmakta zorlandım. Ki ben, tercüme ettiğin her yabancı alfabenin gerçekçiliğinde dağılmamak için kendimi zorlardım. Fedakâr olmak, her babayiğidin kalkışabildiği tatlı ve kolay bir lokma değildi. Ya tam susacaktın, ya da içimde hayır-şer ne var ne yok kusacaktım. Feda edemedim hecelerimin serzenişlerini, ömrüm boyu dudaklarımın kilitli kalmasını göze aldım. Doğruldum, kendime geldim ve kalktım. Hafif hafif tökezlemelerle güçlü bir kadınmış gibi görünüp, rolümü de yaptım. Yavaş yavaş yürümeye başladım. Ardıma bile bakamadım. Bakmaya kıyamadım. Kinine doyamadım. Günlerimi fade ettiğim adam, ömrümü ömrüne adadığım adam.. Bir kelamda silivermişti adımı. Tek bir hamlede paramparça etmişti yarım kalanlarımı. Üzerime silinemeyen keskin inatçılığı ile resimsiz ve denizsiz bir çizik attı. Kelimelerim fazlaydı, ifadelerim salt'tı. Karaladı, etrafı morluklarla doluşmuş, açık kalan.. buna rağmen yine de yaşamaya, heves almaya çalışan sol yanımı. Sonucunda, uğradığım bozgunda ona bağışladım yıkıntılarımı. Gittim ..! Ağlayamadım bile, gözlerine bakamadım. Arkama dönersem eğer, geçmişe gidersem geleceğimi oluşturamazdım. Ne kadar çok sevsem de, gururum vardı yalvaramazdım ! Oracıkta, o saliselerde ruhumu aşka (ya)sakladım ve bir daha asla toparlanamadım. Avucumda saklı kaldı tebessümlü sevinçlerim, onları kimseye veremedim. Dağıtamadım. Kısa bir müddet sonra, özgürlüklerine kavuşmak için kaçtılar ellerimden. Aşikâr mapushanemden. Durun' diyemedim, arkalarından el salladım. Yazılmamış hayallerim vardı, onları hiçbir gözyaşımda bulamadım ve kurutamadım. Gerekenden çok daha hain ruhlar gördüm, dalgalandım dalgalanmasına. O ayyaş mavinin karamsarlığında susuz kaldım da, durulamadım. Ogünden sonra.. aşk bana uzak kaldı. Düşün işte.. Öyle bir bitiş yağdırılmıştı ki suretime, elimden gelenin fazlasını yapmama rağmen aşka bile yaranamadım.

Sonra .. Yazılarım mutsuz oldular. Mutlu olmak için noktalarını vurdular. Mutsuzluğa mahkum oldular. Mutluluk, parmaklıkların arkasında asılıydı. Ona asla uzanamadılar, dokunamadılar. El süremediler, kokusunu tadamadılar. Uzaktan izlediler, işkenceye maruz kaldılar. Dayanamadılar ay ışığının gölgesinde yakılı sakınmalara. Müebbet hapis cezasında ruhları demirlerin, panzerlerin arasındaydı. Ezildikçe, bin parçaya bölündüler. Sömürüldüler, söndürüldüler. Sindirildiler. Nefes alıyormuş gibi görünüp an be an kahrolarak öldürüldüler.

Bir gidişi yaz ' dediler. Yazamam dedim. Gecenin matemine seslerimi asamam dedim. O giden isteyerek gider de, ben ' sana ihtiyacım olur en günahkâr hislerimde, alışamam, durduramam kendimi, sakın gitme ' kavrayamam, katlanamam, o gidişi tekrar tekrar yaşadıkça uyuyamam, içimdeki yaygaralardan katiyen kurtulamam, genç yaşımda mezara sükunetsizliğine tanık oldum ben. Bu alamete karşı koyamam, duyuramam ,hatırlarımdan çalamam 'dedim . Ben sende çoktaan bitmişim de, sen bende bir türlü bitemedin .

5 Mart 2013 Salı

Safsata .

Hiçbir kelimem bana ait kalmadı.Uğramadılar benim karamsarlık diyarıma,uykusuz dualarıma,yastıkları boğan anlayışlarıma.Kabuslarıma hiçbir surette-koşulda tanık olmadılar.Onlar hep sana dair yazıldı.Seni ağlatmayı yeğledi,ruhlar aleminde faili meçhul cinayetlerin işlendiği meziyetlerin gösterişsizliği kanatlarına kazındı.Onların da;aldıkları her nefesin bedelini ölümsüzlükle ödüllendirildikten sonra sarılabilecekleri birileri olmadı.Boğazımda yakınan hiçbir acı,lügatlarına sığmadı.Hiçbiri,yarım kalan sayfalardaki satır aralıklarına sığınamadı.Öldükçe göçtüler.Yavaş yavaş kırmızılığa büründüler.Onlar hep masumdu,biliyor musun? Onlar kararsızdı,onlar karargâhımda varamadığım yollarımdı,cevaplayamadığım sorularımdı, içten içe yalvarışlarımdı belki de. Dünyanın adaletsizliğine karşılık çığlıksız bir isyan mahiyetinde yakarışlarımdı. Onlar, kendi kurduğum evren adlı düzensizliğimin içinde cehennemi karlı dağların yardımı ile yakışlarımdı. Gölün etrafını kar değil, karamsarlık sarmalıydı. Ve her amaçsız ölüm, aptalca bir nedene bağlı kalmalıydı. İnsan denen mahlukât her intizarda mükemmeline varmalıydı. Vurmalıydı kendini dipsiz denizlerin altında, çıt çıkarmadan sesi duyulmadan, çığlıkları çehresini sarmadan, boğulmalıydı o derinliğin huzmesinde. Ardından, bir anlama kavuşmalıydı. Ölümü bile anlamlı olmalıydı ve sırf bu yüzden kaybettiği her savaşı 'arka sokaklarda dans eden anılarda ve acılarda kavuşulamayan yaralar' adlı kitabına yazmalıydı. Her bir sözcük, içtenliği çerçevesinde ciğerini dağlamalıydı. Onlar..İçimi yağmalayan senli düşüncelerim'i kağıda aktarışımdı.Onlar var oluş amacımdı.Ve sonra..
....
Gittiler ! En sonunda onlar da bittiler.Dayanamadılar gümüş kafes içinde mağrur iken apansız bir hançer ile mağdur edilmeye.Parmaklıkların arkasındaki zindanlı zulmü sevmeye.Hürriyetlerinin engellenmesine karşı koyamamayı gururlarına yediremediler ve vazgeçtiler.Silik kaldılar,izlerinin yıkılamaması sonucu buruklaştılar.İlmihâlleri donuk,sitemleri boğuk,gülüşleri kırık..Bırakıp beni terk ettiler.Anlamlandırılmayı beklediler,haddinden fazla saf rolüne kapılıp iyi niyetli göründüler.Nasıl da ölü iken yaşanıyormuş,en ufak serzenişimde bile cansız hücrelerinde bunu hissettiler.Mahrum bırakıldıkları her bir sevinç dolayısı ile kifayetsizliği tercih ettiler.Kanıtladılar hâlâ var olduklarını,buna karşın buzdan kalemlerle söndürüldüler.Katlanamadılar bana,unutulmaktan ürktüler.Ne enteresan bir muamma,değil mi ama ¿ Sayemde sonsuzluğa sürgün edildiler.Gittiler işte,onlar da gitti birer birer.
Sonra ne mi oldu ¿ Dur hele, nedir bu acele. Azrail yanına yaklaştığı vakitlerde karşı gelemezsin o müptezel ve mükemmel emire.

Sonra, sahipsiz kaldığıma mı yanayım, kalemimin sürüne sürüne eriyişine mi kanayım, başka silüetlerde göremediğim ve fark edemediğim yalanlara mı inanayım. Ne yapayım bilemedim, zaten çoğu zaman yaşamsal mutluluk olaylarına karşılık pek tevazu gösteremedim. Direnemedim yapmacık tavırlara, evrenin asilzade görüntüsü ardına saklanan gerçeklerini sevdim. O da genelde soysuzluk yapıyordu, arada bir sevimsiz tebessümlere kanıyordu. İnanmamayı arzu ediyordu, arzlarında hatalıydı göründüğü gibi olamıyordu. Bu nedenle pek çok durumda bana karşı geliyordu. En azından ben, alnıma yazılan yalnızlık tablosunu çerçevelettirip baş ucuma koyduğum zamanlarda, geçici emellerin peşinden koşmuyordum. Biliyordum çünkü, sonuç ne olursa olsun, isterse kıyamet kopsun, herşey yerle bir olsun, eninde sonunda aynama imzası atılacaktı en kadim dostumun. Önemsemedim pek, bir insana bağlı kalmak yerine yazılarıma bağlı kalayım en azından onların yardımıyla tuz basmayan yaralarımı kapatayım diye düşünürken.. Yok oluverdiler işte, öylesine birden bire .

Onlara ihanet mi ettim, ya da mahremiyetlerini mi gözler önüne serdim. Bilmiyorum, daha doğrusu bilemiyorum. Kalemin dili yok, onu elinde taşıyan benim. Yöneticisi, arzuhâli, ilmihâli, dem vurduğu her bir anı benim. Yârdan ötürü şekilsiz yüreğinde yaralarını açan, benim. Durup dururken ben mi onlara küstüm, ya da istemediğim bir şekilde kendimi mi üzdüm ¿ Bakma öyle sakin ve masum durduğuma, en sinirli en cüretkâr en mânidar katil benim. Yalnızca süslediğim hecelerimi kanatarak aktarırken kağıda, kendimden başka hiçbir şeyi düşünmedim. Gözlemlemedim, izlemedim burnumun dibindeki eziyetleri. İhanetlerin üzerine gazete kağıdı örtüp benden başka kimsenin göremeyeceği kimsesizler hükümdarlığına gizledim. Onların da isteklerini yavaş yavaş bitirdim. Ve sonunda kaybettim.

Tan vakitlerinde dile gelmeyi severdi hecelerim. Öyle kendi hallerinde biraraya gelip söyleşirlerdi güle-eğlene. Bir de zifiri karanlığın matemindeki sisli sigaranın rüzgarını gördükçe, orada olduğumu, gamlarına doyduğumu, can alıp yeniden doğduğumu hissettikçe ilham alır daha çok sevişirlerdi arzuhâlleriyle. Vaziyetlerini benimsedikçe içime saçma bir kıskançlık dürtüsü düştü. Onları ben yazıyorum, ben yaratıyordum yeri geliyor yıpratıyordum. Hatta ve hatta bazen karalayıp yaratıyordum. Zulmüme karşılık bir isyan ve inkâr. İhtiraslı başkaldırı, çoğu yerde lütufkâr.

Onlar, aslında hiç olmamayı hak ediyorlar. Ruhum sefilliğiyle sarmaş dolaş. İnfilak etmek üzere sancılar, mağlubiyet ile kazanılacak bu savaş .

28 Şubat 2013 Perşembe

Tamamlanmıştır.

Gecenin en siyahında, karanlığın mahzunluğunda geliyorsun nedense aklıma. Hiç bitmemişsin gibi, beni hiç üzmemişsin gibi. Karanlığım büyüyor sonra, içimi sade bir korku kaplıyor umarsızca. Kafamın içi karamsarlığa bürünüyor, kendi düşüncelerimin izini bulamıyorum adeta. Cümlelerim uçuşuyor aydınlığın müştemilatında, fakat bir kaç kuple acıyla sönüverip anlamlarını yitiriyorlar.. Bununla da kalmıyor, işkence ediyorlar ruhuma. Harf harf dağılıveriyorlar yalnızlığın kitapsız silahında, yanıyorlar ulan kendi ışıltılarının yarattığı kıvılcımlarında. Varlığını yakmak,diri diri sırtını sıvazlamak, ateşe yaslanmak. Yarlanmak ve yaralanmak.Beklentilerinden medet ummak. Bir kılıca adıyorum onları, sonra.. Sonra, onlar da senin gibi yok oluyorlar, göğüs gerip karşı koyamıyorlar bu hiç bir mânâ taşımayan el yazması oyununa.
Sanki.. Hep yanımdaymışsın gibi özlüyorum seni. ruhumdaki parçalanmışlıkları dizginliyordu bir zamanlar yanımda olduğunu düşünmenin meydana getirdiği sevinçlerim. Bu gerçekten özümsenen ve önemsenin hissin rakı masasına meze olarak koyduğu kederleri, sessizce alkışlıyordu diğerleri. Özlüyorum.. Hâlâ, dün, bugün, şu an, her an. Bana ait olmanı, yaşamın muhteviyâtını sende bulmamı, sayende iliklerime kadar işleyen ve gerçekçiliğini her halükarda hissettiren vazgeçmeyi beceremediğim o mükemmel kâbusları, kelimelerimi anlamlandırmayı özlüyorum.
Hiç gitmemişsin gibi yanımda durmanı arz ediyor hislerim, evrene gelme sebeplerinden. Namüsait durumlarda sessizce ve içten içe yok saydığım haykırışlarımı bastırdığım gibi. Seni yani.. Sonra, ummanlara sığamıyor yalnızlığım, kamçılıyor dur durak bilmeden, tamamına erdirmeden bu canlı cenazeyi. Yokluğun aklıma geldikçe.. Aklıma geldikçe diyorum. Pes valla, yalanın da böylesi ! Ben yalan söylemeyi hiç başaramam ki. Sürekli zihnimden, bir türlü bana huzur vermiyor, beni rahat bırakmıyorsun ki ..! Yokluğun yalnızca kabullenemeyiş biçimimin tevekkülü yani güvenilirliği olmayan dayanılamayan, aptalca bir göstergesi. Velhasıl-ı kelam, yokluğun aklıma geldikçe, en sıcak, ateşli yaz günlerinde bile sinsi bir titreme sarıyor bedenimi. Üşüyorum, ruhum üşüyor. Kışın soğuğunda filizlenemeyen çiçekler gibi. Sahi.. Bir zamanlar benimleydin, sadece bir tek benimdin, değil mi ¿ Peki, bilinmeyen nedenlerden ötürü gafil avlanmışlığından peydahladığın güneş görmeyen tan yelindeki mehtaba karşılık neden hâlâ seni istiyorum ¿ Düzenli aralıklarla benliğimi işgal eden, bu dürtülerle, sezinimlerle abesle iştigal eden, ebediyetimi meşgul eden, gülüşlerimi idam etmen hangi sirayetin vaziyeti ! Bu durum, eninde sonunda uzlaşmayı başardığım hislerimden durgunum, seninle dolup taşıyor olmam, suskunluğum, yorgunluğum.. Mantık ötesi realitelere olan vurgunluğum. Ve daha doğmamış sözcüklerimdeki tövbekar zulümler. bitmeyen kalemlerim, aşka olan susuzluğum.. Bâki nefes alıyorum, keza her an yeniden ölüyorum. Sayende, can kalmadı edepsiz bedenimde. Bir tek sana açım, yalnız seni yazıyorum ve bana sorarsan çok acizim yolsuzum. Bunlar, şu kalem kalem aktarılmaya çalışılan teferruatlar, dünyanın en büyük en mütevazi haksızlığı değil mi ? Salt fikirlere saplanmışlığım, yalnızlığım büyüdükçe odam mecnunlaşıyor, gecem daha kara oluveriyor nedense. İyiden iyiye yaslarımı kemiriyor sahte azrailliğin kanıtlanmış edebiyatı olan, tebessümlü cellatlarıyla dolan gökkuşağı renkleriyle içimi bir hoş tutan ekimsiz cehennemi. Bu aşk ruletine karşılık sana ait kalıyor olmam, sence de delilik değil mi ¿ Benden vazgeçtiğin gibi, bir de ben senden vazgeçebilsem. Ç'almasan heveslerimi. Tüm bu olanlara, yalanlara ve yananlara, yakınanlara rağmen seni özlememeyi başarabilsem hele bir.. Asıl o zaman, gamlı türküler mırıldanan neş'elerim ile, armağan edeceğim kendime namusu olmayan gayrı meşru memnuniyeti. Bu faciayı, bu vahşeti hangi kuvvet, kimin neticesi ile engellemeye kalkışabilir ki ? Soğuktan kar'a dönüştü gözyaşlarım, dinmiyorlar. Dinmek bilmeyecekler gibi. Buselerde birikip hezeyana sebep oluyorlar. Onlar hep üst üste geliyor lâkin birbirlerini bir gram bile ezmiyorlar. Üzmüyorlar ve üzülmüyorlar. Çünkü yeni gelenler, eskiden gidenler gibi. Her zaman, her biri, birbirinin bir benzeri. Yaz yağmurlarının o yürek burkan masumluğunu sergileyemiyorlar ki. İşte bu zamanlarda derdimden donuyorum, taş kesiliyor ruhumun mahrumiyeti. Dönmeyeceksin.. Dönme, istemem. Henüz kabuk bağlayamadı yaralarım, artık gelsen de gelmesen de iyileşemem. Az darbe yemedim hayat denen boyun büken adaletsizlikten. Sevme, istemem. Sen zaten sevemezsin beni, açamazsın bendeki anahtarı ruh mapushanesinde muhafaza edilen kilidi.
Endişeleniyorum. Bir hata yaparım, seni unuturum yine ve yeni bir hayata bağlanırım diye. Seni günün birinde herhangi bir vaktinde, kimliği belli olmayan kuytu bir köşede unuturum belki' diye endişeleniyorum. Da, sonradan fark ediyorum ki, geçici bir korku bu. Bilhassa bunun gerçekleşemeyeceğini çok çok iyi biliyorum . Gelmeyeceksin ne yazık ki. Adım gibi biliyorum, makberime ilmek ilmek kazıyorum bu özelliği kalmayan sicim misali ciğerimde aklanan, yasaklanan eziyetimi. Sırf bu yüzden, artık ölümden çocuk peydahlayıp o kimliği konulamayan, herhangi bir ad konulamayan, var sayılamayan cinayet sebebini seviyorum. Ölümü sevmeye çalışıyorum yani.. Onun bana her dokunuşunda seni anıyorum. Işıldamayan, çiçek açmayan mezarımın gölgesi tırmalıyor kulaklarımı. Uyuyamıyorum ulan, şimdilerde nefes almak şairi belli olmadan içimde yakınan benliğime yakışmayan hain bir işkence gibi. Kalemin içindeki suskun mahzenlere yazıyorum sensiz geçen günlerimi. Her yeni güne karalanması muhtemelen imkansız olan, ne kadar silinse de izi rüyalarda damgalanan, matemini yüreğinde barındıramayan hafif bir çizgi daha atıyorum. Tıpkı, ruhumu parçalayıp yarım yamalak, kimsesiz , anne hasreti çeken ve bilakis bundan dolayı onun yokluğunun bilincinde iken sürekli can çekişen öksüz ilan edilmesine karşın katil rolünü üstlenen ufak bir bebek misali. Hani o durumda bıraktın ya beni. Herkesin diline dolandığı vakitlerde dedikodusunun yapıldığı seherlerde senden başka herhangi biri gideremiyor mazlum kimsesizliğimi. Farkındasındır herhalde, değil mi ¿ Evet, biliyorum bildiğini. Dumanlarımın boynu bükülmüş, adın adanmış soluğumdaki ruhani filmlere, benden evvel giden karanlıktaki aşk sillesine, içimde bir yerlere, iz bıraktığım her hüzüne.. Kimse dolduramıyor mabedimi. Labirente dönmüş ezellerim. Girişi olmayan, çıkışı yaratılamayan kinli bi ucubeliğin mahlukatı temsili. Sözlerini andıkça sızlar sol yanımdaki en değerli hazinelerimi, günahkârlıklarımı, aşikâr sırlarımı gizlediğim evim. Gözler önünde işlenen bu kelambaz sefaletin tek sanığı, zanlısı ve suçlusu benim. Sende asılı takılı kaldı gereksiz mevcudiyetim.  Ahdım olsun sana, unutmak mümkün değil ama yeniden kendimi sevmeyi ve üzerinden vakit geçtikçe, acılarım sindikçe, kum saatlerinin içerisinde aciz kalan, dışarıya çıkmaktan korkan, kötülüğü anımsayan ve ayıp sayan bi'çare- n'açar periler gibi senden nefret etmeyi öğreneceğim. Tıpkı, seni sevdiğim için yaşadığım değersizliklerin etkisiyle hâlâ bağlı kalıp kopamadığım için. Seni sevmeyi sevdiğim için. Ve bütün bu yaşanamışlıklara istinaden daha sonraları kendimden nefret ettiğim gibi. Eninde sonunda sana olan tiryakiliğimden, sesine duyduğum gereksinimimden vazgeçeceğim.

Kirpiklerimin son isyanları, son serzenişleri olsun sana. Seni kalem kalem yüreğimden sileceğim. Yara izlerin kalacak gövdemin en sitemkâr yerinde, hatrımda anıldıkça daha çok kanayacak defterim belki de, lâkin.. namını aralayıp seni geçmişe gömeceğim. Her an değil de, satır satır kalacaksın aklımda zihnimi ezberledikçe yeniden kanayan yaralarımda. Geleceğimin seninle körlenmesine izin vermeyeceğim. Yavaş yavaş küllenmiş ateşimden dirileceğim ve bir daha böyle sevmemeye and içeceğim. Anılarımdaki boş kadehlerin soluksuz kederleriyle an be an dans edeceğim içine umutlarımı doldurduğum rakı şişelerinde. İçmeyeceğim artık aşkın kızıla bürünen mavi nehrini, şarabımı kanımla kırmızıya boyayacağım. Göreceksin ! Farklı tenlerle sevişip adını lügatımdan yabancı bir ülkeye göndereceğim. Olmayacaksın benim temiz sayfalarımda, sevmeyi ağlattığım safhalarımda. Seni lekeleyeceğim.Biteceksin elbette bende. Zehrini akıttığım senli heveslerime son noktayı koyacağım. Süzülemeyeceksin artık kindâr gecelerime. İsmini anmaktan bıkmayan hücrelerime ve hecelerime son vereceğim. Baharımda dal açamayacaksın, güllerime hatrını soramayacaksın. Kahır mektubumda silik kalacak seni anlatan her bir sanı. Onu da yakacağım illaki, boşa gitmesin sigaralarımın dumanı. Bülbülün aşkını yaşadığı için hesap soramayacaksın Zühre'ye. İmkansız kılınacaksın her bir zulümde.

Çektiğim ısdıraplarla seni mahşerde seydereceğim. Kışın o derin azabını, yaşarken ölmenin o muhteşem sıratını, günahlarımın vuslatını. Kirli sanını, yasak alfabelere seni anlatışımı, cümlelerimi örgütlemeye çalışırken sana koşmak için çırpınışlarını, saçmalıklarımı, adımı, bende bıraktığın yanını, kaderime kazıdığın mülteci sayıldığın zamanlarımı.. Kan kustuğum mezelerde içeceğim ! Arzulamayacağım seni bundan sonra, asla ve katiyen özlemeyeceğim. Söz veriyorum bir daha asla sevmeyeceğim ..!


Dip not- Bu yazılanları kim okuyor ne yapıyor bilemiyorum fakat, açıklamam gerekirse aşık, 'sevdiği kişiden ayrılmış sürekli onu düşünüp bunları yazan bi kız' izlenimi yarattığımın bariz farkındayım. Bu izlenimi yatarmak istediğim için böyle yazmaktayım zaten. Yani kısaca şu ki, bunları öyle olduğu için, kurgulayıp kağıda-siteye aktarmaktayım. Alayı safsata hani .  

18 Şubat 2013 Pazartesi

Gönül pencereme dair. Kendimle söyleşi'm .

Dönmeyeceğini iyi bildiğin halde beklemekten bıkmadığın biri var o pencerenin ardında.
O seni ne yazık ki göremiyor, duyamıyor, bilemiyor
Ruhundaki aşk tanrıçalarının gülüşlerine dokunamıyor
Tadamıyor acılarının ilmihâlini, yine de ' olsun be.. ' diyorsun, sönmeyen bir lambadır aydınlatan hayallerini 'Belki' diyor güneş tüm yapmacıklığıyla, yılın sekizinci ayında bile ellerini ısıtmayı beceremeyen soğukluğuyla 'Belki döner ha geri ¿ '
Onun tebessümleriyle yaşama tutunman, hayatın sana oynadığı kefilsiz bir kumardır senin için illaki
Usul usul yakarken, artık ızdırap vermeye başlayan heveslerini , kaybediyorsun kuytu bir hapishanede en gösterişli görkemlerini
Ve sonunda, tutunursun dalı kırık olan, görüntüde sağlam takılan o ağaca
Matemlerin sıkar boğazını..daralırsın, darlanırsın, ölürken bile onu arzularsın umarsızca
Bir vazgeçişin, bir de yaşanmışlıkların anılarını yıkar hunharca
Dalının gıdım gıdım kırılacağını biliyorsun, fakat bakmaktan alamıyorsun sanki kendini o dalgaya
Pencerenin ardında gizliyorsun bir tek sana ait kalan saklı yanını
Sile sile bitiremiyorsun ruhundaki aşk kırıntılarını
Sırf oyuna katılamadığın için bitmesini istiyorsun rastlantılarının
Her yeni pencere, geçmiş vakitlerdeki sırlanışını anlatıyor aslında,
Onun için emellerini çöllerdeki seraplara atışını ya da.
Pencereler çirkin, pencereler tuhaf, onlar ruhundan da kirli,
Beyazı olmayan sisli bir kara ..!
Yine de ayrılamıyorsun onlardan, acı çekmeye o kadar alıştın ki
Hiç bir kalem dile getiremiyor onlara olan bağlılığını
Bu hususta biriken yalnızlığını ve saplantılarını
Sahip olduğun tövbekar mahzenden gözlerini kaçırmaya çalışırken, hangi kuvvet yok etmeyi göze almaya cürret ediyor senin kutsanmışlıklarını !
Engel olmak istemiyorsun, çünkü cevaplayamıyorsun artık o hain sorularını
Sanrıların zihnini parça pinçik ederken, unutamamaya başlıyorsun sıkıntılarını
Geçmişine dair özlem duyamıyor olman, yağmalıyor açlığını
Hiç kimse ödemesi gereken zamanda iade etmedi sana borçlarını
O yüzden vefasız oldun, etrafına saçtın kanlı yalanlarını
Bir tek pencereler masumdu, yalnız onar haklı
Bilhassa bu yüzden bağlandın onlara, anlattın sanrılarını
Eski yazılarını rafa kaldırdın, fırlatıp bir kenara bıraktın süslü ayraçlarını
Kaygılarını heder ettin, sonu belli olmayan yollarda yaraladın kargaşalarını
Haram kılarken her bedene günahkarlığını, özümsedin günden güne serzenişlerine adanmışlığını
Uzaklarda aramadın hiç bir zaman geç kalınmışlığını, sadece pencerelere armağan ettin yürekten saygılarını Çünkü yalnız onlar biliyordu,içinde gizlediğin anahtarı olmayan zindanlarını ve kahroluşlarını.
Ve .. Sarılıp çöpe attığın düşüncelerinin sırnaşıklığını.

Her bir heceyi yazarken, düşünüşlerim yasak etmeye çalıştı bir tek seni düşünmeyi bana. Fakat hâlâ anlamış değiller, bendeki kansız yara gecemin körlüğünde sızlatırken umutlarımı ara sıra, seni düşünmemeyi düşünerek bile ihanet edip sana doğru uzanıyorum adeta. Onlar bunu anlayamadılar, hem nasıl anlasınlar, seni yanımda istemek onlara yasak değildi ki. Senin bana yasak olmaman tüm ihtimalleri değiştirebilirdi. Olmadı-k. Aynı dünyada yaşayan ayrı insanlar iken, ayrı cihanlarda sevgilerini kavuşturan aynı insanlar olamadık.
Bu, çok aptalca. Hadi ama, insan istedikten sonra hani herşeyi yapabilirdi. Hani yalnızca istemek yeterliydi ?? Sana da öğretmişler aynı oyunu. İlerleyen zamanlarda bambaşka bir hayatın olduğunda, sakın bunu diğer masum insanlara aşılama, olur mu.

Bir sigara. dumanında kaybolan ruhum. Dumanında göğsünü gere gere bana karışan gururum. Ve dumanında.. Başı yere eğik, utanıyor yüzüme bakmaya. Cevaplayamadığı,uzaklaştıramadığı sorularıyla diri diri gömülen fütursuzluğum. Hikayemin sonu baştan yazıldı, ve zaten bu hikayeyi yaşamak var iken kaleme almak, onunla aldatılmak hataydı.

11 Şubat 2013 Pazartesi

Vazgeçtim.Masallarımdaki cümleler her ne kadar aynı olsa da,ben onlardan ayrı kalacağım.Başladığıma geri dönüp tekrar tekrar aynı şeyleri yazacağım. Karışık-karmaşık.

Vazgeçmek.. Nelerden vazgeçebilir insan ? Kendinden geçtiği kadar, yüreğini uslanmaz bir yara gibi kanatan düşüncelerinden mi ? Nereye kadar uzaklaşabilir ya da ? Hislerini adaletsizliğine maruz bırakması bu meseledeki son radde mi ?

Önce hayallerinden vazgeçer insan. Küçükken, çocukluğunun verdiği masumlukla milyonlarca hayal kurmuştur, büyüyecektir daha. Güzel olacaktır, heveslerini bu kahpeliğin ardındaki çamurlarda yoğurmuştur. Büyüyecek, olgunlaşacak, yorulacak, daralacak, sıkılacak, ve sonunda iyi bir insan olacak, güzel bir mesleği olacak, en garibi de sevecek ve sevilecektir. Mini mini mutlulukları vardır o temiz insanın. Annesinin, işlediği hata karşısında tatlı tatlı tebessüm etmesi bile onu mutlu ve huzurlu etmeye kâfi gelir onu o zamanlar. Ya da babasıyla parka gittiğinde, salıncakta sallandığında, pamuk şeker yediğinde, herhangi biri ona çikolata hediye ettiğinde mutlu olmayı ödev edinir kendine. Bu ödevden ve görevden çok onun çocukluğuna ve kocamaan bir adam olması için baş koyduğu yolda ilerlemesine bağlıdır. Yani demek istediğim şu ki, bir şeyler kazandıkça mutlu olur çocukken insan. Büyür sonra. O kurduğu hayaller birer birer yıkılır, aslı paramparça ! Kendini mutsuz edecek her bir hayırdan sakınır. Küçükken ufacık bir tebessümle mutluluğu görebilen, o duygunun erişilemez hazzın doruklarına varabilen o ufaklık, büyüdüğünde mutlu olmanın o kadar da basit olmadığı kanısına varır. Bir şeylerden vazgeçmelidir mutlu olmak için. Kim herşeye sahiptir, ya da olgunlaşana kadar hiçbir şeyini kaybetmemiştir ki ? Kaybettikçe vazgeçmeyi öğrenir insan. Daha çocukken büyümeyi arzulayan o çocuk , yaşı ilerledikçe, hayatı öğrendikçe, acılarını ezberledikçe ve benimsediği yalanlarla ruhunu kirlettikçe ' çocukluğuma dönmek istiyorum ' der. Sanki büyümeyi, yetişkin bir birey olmayı kendisi hiç istememiş gibi. Sanki, büyümesi için onu zorlamışlar gibi.. Kim çocukluğuna dönmek istemez ki ¿ ' diye sorasım geliyor, sonra tam olarak hatırlayamadığım güzel hayal kurma zamanlarımdaki üç beş satır anılar hafızamda beliriveriyor, işte o zaman bu soruyu sormaktan da vazgeçiyorum. Çünkü, çocuk olmayı istemem pek. O bir kaç satır anının yarattığı sızı içimi kemirdikçe, liğme liğme emellerimi yedikçe ben çocuk olmak istemiyorum ' dedim kendi kendime. Nelerden vazgeçtiğime gelince, büyüdükçe anılarımı, acılarımı, sanılarımı ve masumluğumu kaybettim bir bahçenin rüzgar görmeyen dallarında çiçekler açmayan gölgesini özümsedikçe.

Başlarda çocuk olmaktan vazgeçtim, çünkü maziye dair sesli anılarım olmadı benim. Hayal kurmak çocuk olmak demekti. Bunu yarattığımda ise, önce hayallerimden vazgeçtim sonra da çocukluğumu terk ettim. Bilinmez diyarlardaki kanlı mahzenlerde n'açarlığın eziyetinde hiç acımadan, hiç üzülmeden, yavru bir damla büyüklüğünde gözyaşı dökmeden bırakıp gittim. Eninde sonunda olacağı buydu, tükendim.Yaralarım bile sessiz sessiz oluşur, iyileşir, canımı yakardı da yine de sesimi çıkarmazdım. Sessizlik mantıklıydı, kimseye anlatmayınca daha çabuk iyileşecekti o yara. Keza, yaralarımın çoğu da yüreğimin serzenişleriyle dolu olan çöplükte saklanmaya alıştılar daha sonra. Onlar da korkmaya başladılar çünkü, ortaya çıktıkça içten içe karartılmaya. Düştüğümde ağlamazdım ben, gülerdim halime. İzinin kalacağını bile bile, etrafımda yeşeren tek bir güneş yaprağına bile sezdirmeden geçecekti o sızı. İyileşecekti, böyle olmak zorundaydı. Bunu yapmak zorundaydı ! Zaman zihnimi sömürüverdikçe dindirecekti içimdeki sönmeyen yangını. Güldükçe hafifleyecekti hatıralarımın yalnızlığı. Zoraki gülümseme, mutsuzken mutlu rolü yapma. Taktiğim bu oldu her zaman. Aslında, şöyle enteresan bir mevzu daha var. Sinirlerim bozuldukça kahkahalara gömülürdüm, o yüzden herkes beni ' gülebiliyor, öyleyse mutlu ' sanırdı. Tam tersi olurdu, anlaşılmazdı. Neden sinirlisin ya da canın neye sıkılıyor gibi aptalca soruları başımdan savmak için hep kahkaha atmışımdır. İşte çocukken bile, düştüğüm zaman kendime kızdığım için gülerdim, başkaları da kendi haline gülüyor hissine kapılırlardı. Bozmazdım. Herkes istediğini düşünmekte haklıydı, hem benim adıma güzel şeyler düşünüyorlardı neden lehime olan bu durumu aleyhime çevireydim ki ? Sonraları tabi bağımlılık haline geldi, dur durak bilmeden gülmeye başladım. Bu saçmalığın altındaki sebepler elbette gizliydi, kimseye aktarmadım. Sır, tek bir kişiye ait kaldığında anlam kazanabilirdi. Bu nedenle kendi sırrımı kimseyle paylaşmazdım. Gizli bilgileri kelimelere döktüğüm zaman, harfler utanır, yazmamak için kendilerini muzip bir mapushaneye kapatır direnirlerdi bu biçimsiz isteğime karşı. Haklıydılar, anlatmamam gerekirdi. Onlara bile hece hece yağdırmamam gerekirdi kendimce işlediğim cinayetleri, öyle yaptım. Anlatmadım. Son beş senedir, her bir senenin 365 günü, 24 saatinin her bir saniyesi henüz büyümemiş iken işlediğim hataların telafisiyle meşgul etti beni, sonrasında ele avuca sığamayacak kadar ufak bir mektup yazıp veda ettim hayallerime. Ayrılmamız gerekiyordu, ben onlardan onlar da benden vazgeçmişti zaten. Araya ayrılık perdeleri girmişti, karşı koymadım kabul ettim. Severek yediğim o çikolata, artık midemi bulandırmaya başlamıştı, büyümüştüm belki de bundandı. İçimde türlü renklerde kıyametler koparken zavallı ve çaresiz bedenimi diri diri o kızıl renkli mavi toprağın altına gömerken, şöyle bir yargıyı boğazından tutup elime geçirdim. Kaçmak istedi, yakalamam ilmihalimdi, ben kovaladıkça o yelkovanın akrepten kaçtığı gibi kaçıyordu benden fakat en sonunda o amacıma ulaştım ve her 'çocuk olsam yeniden keşke' diyene aşıladım. ' Büyümek.. Çocuk olmayı unutmak demek. Düşlerini bir sığınağa atıp gerçeklerle savaşmak demek. Büyümek, ne kadar kötü olsa da, amacının olması için bu riya ile kapışman gerek. Galip olduğun zaman, ruhun hayallerini işte o zaman yeniden diriltecek ..'
Önce çocukluğumdan, sonra hayallerimden, bu fikirlerin imkansızlığını gördükçe düşünmemeyi düşünmeye çalışmaktan, o kadar uğraştığım halde bile bunu başaramamaktan, sonra büyümekten yaşamımdan ve amaçlarımdan vazgeçtim. Daha küçücükken olabilitesi yüksek hayallerimin olamama ihtimali zaten artık hayal kurmamam gerektiğini öğretmişti bana. Bunu öğrenmek ve benimsemek kolayıma geldi. ' Hayali olmadan yaşayamaz, hayata tutunamaz insan ' dediler, tebessüm edip hızlı bir şekilde kenarı çekildim. Eskiden bir takım hayallerim vardı, ama artık onlar yok ' dedim. Ve hâlâ yaşadığıma göre, insanı ayakta tutan hayalleri olamazdı, değil mi ? Ne yani, mutlu olmak istediğin halde mutsuzluk kavramını dibine kadar içmişken, bu kervanda sürgüne gönderilmişken, her bir rakının ve ahlaksızlığın tadına zor kullanarak kendini inandırmışken, mutlu olmanın hayalini gereksiz yere kurmak nedendi ? Zihninde, imkansızlara umman derinliğinde yerler sunmak nedendi. Hem.. Bu çok saçma ve yersiz bir istekti. Kabullendim, düşlerini gerçekleştir düşüncesine kocaman bir s.ktir çektim. Böyle amaçsız ve boşlukta yaşamak kolayıma geldi. Alıştım, herhangi bir zorluk olmamasına, çıktığım bu ipsiz kuyuda yoluma engel çıkmamasına alıştım. Aksi taktirde, ayağıma takılan ilk taşa takılıp yere yapışacaktım. Düşsüz, düşüncesiz ve amaçsız olmama rağman, en azından kaybettiklerimin ve vazgeçtiklerimin de katkısıyla az-biraz sağlam kaldım. Başka herhangi biri bana benim yaptığımı anlatsa, 'tam bir ödleksin! ' derdim eskiden fakat, bu korkaklık değil yalnızca bir seçim. Adım adım, harf harf kavradım. Normalde, insanlar benim yaşlarımda iken bir şeyleri kazanmak için ellerinden ne gelirse yaparlar, ben yapamayacak kadar yorgundum zaten, önemsemedim. Yok saydım. Kendimi, var olma amacımı, çocukluğumu heveslerimi, arzularımı sevinçlerimi, maznunluğumu ve mahsunluğumu.. Bu yanılsamaların hepsini toplayıp kilidi olmayan bir defterin arasına sıkıştırdım. Asla açılamayacak olan bir kilit. Onlar orada. Şimdi herhangi biri 'Hanife aslında nasıl biri ?' diye sorduğunda önemsiz biri diyorum. Kendine saygısı kalmayan fakat kimseye de saygısızlık yapmayan, uslu, suskun. Bedenen yorgun olsa dinlenir geçer, lâkin o, ruhen yorgun. Huzuru ve mutluluğu aramaktan vazgeçeli çook vakit geçmiş, dalgasız bir deniz, kendini gördü göreli durgun. Yıkık, dökük, vurgun yemiş. Soluksuz yaşıyor, o tam bir mahkum. Köhne bir harabe misali, geceleri yuvasına konan birkaç yarasa, gündüzleri bulutlar bile uğramaya korkuyor ruhundaki terasa. Manzarayı gören ufacık kuşlar, işlediği cinayetleri kabullenebilir ondan korkuları olmasa. Vazgeçmek bir yana, vazgeçilmek yazılmış alnına. O nedenle bu kadar nahoş, bu nedenle içebildiği, kalabildiği ve hatırlarını yudumlayabildiği kadar sarhoş.
İçinde bulunduğum vaziyetten sıyrılamadığım için çıldırıyorum. Zaten duygularımı karmaşıklığın giyotininde asılı bırakark, pek çok düşüncemin gözlerimin önünde, namüsait bir günde hunharca tecavüz edilerek, katledilerek öldürüldüğünü, bizzat kendimi öldürdüğümü gördüm. 'Böyle gelmişse böyle gider ' deyip kendimden nefret etmeyi benimsiyorum. 21 yıllık ömürde takdire şayan görüldüğüm, kelamsız defterlerimi d(s)öktürdüğüm bir bu konu var önümde.

Sonra.. İntihar etmek istiyorum ucu bucağı belli olmayan tren yollarının (sonsuzluk) yolsuzluklarında parça pinçik bırakmışken zaten benliğimi. Bunu tekrar tekrar yaşadığımda ise,vazgeçiyorum. Özgürlük pahalı bir mülk, bana kölelik yakışıyor, biliyorum.

Sanki.. Gecenin bir vakti, sokağın ortasındaki elektrik tellerinde saplantılı kalmış defterimin içindeki ruhsuz kelimelerim. Gündüzleri, elektrik olmadığı için nefessiz kalıyor da bu kanatsız katliamı(cinayeti) işliyor, geceleri ise.. Işık çok fazla geldiği için soru(n)larındaki uçurumlarda çarpılıyor. Olman da ölüm, olmaman da ölüm, anlayabiliyor musun . Kurşun misali yapışmışsın ümitlerime, bir türlü aklımdan çıkartılamıyorsun .

28 Ocak 2013 Pazartesi

Gecelik.

....
Gitme..
Gidersen eğer, üzülürüm
Ağlar gülüşlerim
Etrafa, dört bir yana saçılır serzenişlerim
Yok olur güneşimin karanlığı aydınlatmayı henüz yenen öğrenen, aydınlatan masumiyeti
Kendimi unutur, seni anarım
Dağılırım
Parçalanır yakınırım toparlanamam hiç bir şekilde , gitme
Gidersen özlerim ben seni,
Süt içmeyi henüz ezberlemiş anaya muhtaç taze bi bebe gibi
Sana ihtiyacım olur, hasret kalırım sesine ve nefesine
Dayanamam sensizliğimin peydahladığı gayrı meşru ıslah evine
Sarılamam sensizliğin alevine, katlamamam hiç bir şekilde -katiyen- bu aşikar zulüme
Gitme..
Gidersen gökkuşağımın bütün renkleri solar, göz çukurlarımdaki aynalar yılların hatrını yorar
Yorulurum hem, duramam ayakta. Taşa takılır düşerim gamlıların çukurunda sergüzeşt bir anda
Korkarım, korkusuzluğu unuturum. Yüzleşemem gazellerimle, karşılaştığım her insana seni anlatırım
Gitmei
Yanımda olmana ihtiyacım var, dokunamam yokluğuna
Göremediğim her an, meraktan kuduruyorum aslında
Yaşamaya devam etmem için, yaşadığını bilmem gerek
Gitme..Gidersen masumiyet bekçilerim haberini getirmezler bana
Yem olurlar melek görünümlü şeytanımsı cellatlara
Gitme. Aklım almaz bu lüzumsuz gidişleri
Daralırım, paralarım kendimi
Kirpiklerim kuru görünürler de, anında ıslanırlar seni anlattığım zaman içimdeki kuytu rüzgarlara
Gitme. Gidersen küserim kendime
Konuşamam, dertleşemem hayallerimle bir daha
Savaşırım tezatlarımla, kapışırım kendimle
Yanık izleri meydana gelir göz bebeklerimde
Gitme, yoksa kahrolurum
Düşlerimi bu lanetli cihanda satıp göçerim
Sonrasında ise, katil damgası yer, sonsuzluğa giderim
Gitme, kokunu arzuluyorum ben hep gecelerimden
Merak eder matemime kilitlenirim, boyun bükerim ısdıraplı hecelerime
' O seni canından çok sevmedi, o tek bir engelde ebediyetini bırakıp gitti
Zaten hiç senin olmamıştı ki ..! ' derim.
Kafamdan masallar uydurup adını kötülerim. Şizofren damgası yerim
Başlarda bu durum sıkıcı gelir, biraz çekinirim. Fakat özümsedikçe tiryakisi haline gelirim.
Yanındayken bile seni özleyendim ben, söylesene şimdi cesaret edip de,
Ben ruhuma nasıl hesap veririm !
Gitme.. Gidersen, şehri kapatırım hüzünlerimle
Seni seven herkesi köhne bir yaz ayrılığına asar, can çekişmelerini gördükçe bu durumdan zevk duyar, son nefeslerini verdikleri anda da, mutluluğun tablosunu yakar
Geçer bir köşede zevk-ü sefa ilan ederim öylece
Ölüm çığlıkları bende mevzu yaratmaz, merak etme
Dinledikçe içime işler, düşlerimi bu çığlıkların çirkinlikleriyle süslerim
Gitme.. Polislere adını söylerim, Beni o öldürdü, tutuklayın ! derim
Kendimi mahvetmişken, seni de kötülüğe sürüklerim.
Götürdüklerinde seni, hapsederim o vakit özgürlük için uçan güvercinlerimi
Bağrıma kazınan intikamın hezeyanlarını ve doğru olmayan sözcüklerimin intikamını sana hediye ederim.
Gitme. Kelamlarla doluyum bu gece
Konuşamadıklarım, kırık cam parçaları gibi ağır ağır kanatır, acı işlenir yüreğime
Gidersen, gece susar, yalnızlığım büyür, korkularım mahremiyet kusar
Etrafımı karamsarlık hazinesi sarar, içimi sensiz yakarışların boğar
Gitme. Yoksa can alır dağların o vurdumduymaz lavları
Güneş aya kızar, dünya imkansız aşkların mezarını kazar
Gitme işte
Gidersen bakamam defterimin yüzüne, Notalar mırıldanmayı keserler nahoş ahenkler eşliğinde büzüle büzüle
Seni anarak anlattıklarım ruhumu kırbaçlayarak sırtını dönerken o muktedir buselerime
Henüz anlatmaya yeltenemediklerim ise azarlarlar beni, nemlenirler suçsuz yere
Hem.. Böyle onarılmaz yaralar açarak gitmeni istemedim ki benden
Sen olmazsan, doğmaz güneşim, ısınamam
Sen olmazsan açmaz hevesim, yeni umut fidanları yeşertip de solduramam
Çaresizliğime sırdaş olamam,
Gecenin matemi çöker üzerime, isyan ederim
Yaşamayı haram kılarım senli hecelerime, üstelik bunu başaramayacağımı adım gibi bildiğim halde
Doğru ya, bu zamana kadar neyi doğru dürüst yapabilmişim ki, kendimi ve seni dar ağacında idama mahkum edeyim giyotine bir kurşun sıkıp evrenimi değiştireyim , değil mi ?
Gidersen.. Boğazımda takılı kalır şairane tebessümlerim
Engel olamam, daha fazla direnemez bu vahşete bedenim
Sesimi duyuramam, haykırdıkça şiddetlenir bulutların kör noktasında dünyaya geliveren hecelerim
Karşı koyamam, bu lütufsuz mahşeri, beraberinde yalnız bana hediye ettiği eziyeti izledikçe kendimden geçerim
Gitme.
Yaşanmamışlıklarımız var. Onlar da, nankör bir kedi misali kalemimi tırmalar.
Yaşanılan çok az hatıra var , onlar ise gözlerime bağlı duruyorlar
Sessiz sedasız, serzenişlerinde edasız, sinmişler ucube bir şehrin insan bulunmayan şehrine, orada köleleştirilerek yaşıyorlar işte
Ben izin verdikçe, dudaktan kalbe taşıyorlar
Kirpiklerimden süzülüp yanağımda duraklarken, asıl son durağın orası olmadığını anlayıp güzlerime akıyorlar.
Gitme..
Sensiz sessiz ve nefessiz kalmak istemiyorum ben
Dudaklarının izi kalmış görkemli makberimin nüksedişlerinde
Silemiyorum onları bir türlü, gitmiyorlar. Umursamıyorlar beni, sanki bu güven sayesinde dirilen ölümlerimi bilmiyorlar.
Her güzel duyguda bana seni hatırlatan milyonlarca acım var
Parça parça eritiyorlar ruhumu her defasında
Ve, tahmin edebileceğin gibi, yarım kalıyorum tamamlanamıyorum
Fani dünyanın kati ve katı kuralları biraz daha parçaladığında beni, isyanım dönüşüyor sana
Bunlar bana müebbet ömürdeki yazısız sızılar. Eminim, sonuna kadar benimle oyalanacaklar.
Bunlar gündüzlerime kâfi diyorum, anlatabiliyor muyum !
Kelimelerim kifâyetsiz kalıyor, anlamlarım zorla tecavüze maruz kalan cani bir bebek gibi sen olmadığında
Gitme ulan işte, gitme ! Ne gerek var boş yere atışmaya,
Senin beni mesut etmeni istiyorum sarılmışken yalnızlığıma
Sadece.. Seni seviyorum işte.
Gitme..
.......
Dedim ve zahmet edip ardına bile bakmadan gittin ya, helal olsun elimden dökülen yalvarışlarıma.
Haram olsun sana ayırdığım saatlerin her bir salisesi
Yazıklar olsun bana, gideceğini bile bile dile gelmişken yüreğim
Bunları sana yazarak kendimi küçültüyorum adeta.
Benimle aynı tenezzülleri hissetmediğini kanıtladığın için, değer verince şımarıp sıkıldığın için, merakımdan sorduğum o lanetli sorularıma cevap veremediğin için ve kısa bir kaçış bahanesiyle hayatımdan defolup gittiğin için sonsuz teşekkürler.
Üzüldüğüm tek mevzu, sana ayırdığım ve uğruna boşa harcadığım zamanımdır.
Gitmen iyi oldu, insanları alıştığı düzenin dışına çıkartmamak gerekiyormuş. Aksine, benimle kalman şüphesiz ki mucize olurdu.
Bir vardın, sonradan yok oldun. Aptalca bir rüya aleminde özgürlüğün pençesine takılı kalan düşünce sistemimi kurtardığın için, ayrıca bir teşekkür ederim.
Sütten ağzım yandı, bir daha asla yoğurt yemem ben. Geçmişteki aşklarımdan payımı aldım, bir daha kimseyi sevemem zaten.
Kendimden vazgeçmeyi başardım da, bir tek senden geçmeyi beceremedim.
Ara sıra geliyorsun da aklıma, kurcalıyorsun ya hani şu beş para etmeyen sol tarafımı, önemli değil bu da geçer. Biter ustam yakında, sen nasıl beni hece hece bitirdiysen yoksul kütüphanende, Bende de biteceksin en kısa zamanda. Gönül artık yalnızlığın tahtına oturmayı kendine görev seçer .