'Bir gidişi yaz' dediler. Anlatmaya kelimelerim yetersiz kalır' dedim.Sonra, Mecnun'un Leyla'ya olan o ölümsüz sevdası geldi aklıma, kendi zırhımı -aşkımı- mızrakların yardımcısı olan hayal kırıklıklarına mühürledim. Harap-bitap düştü bedenim, sancılarımı törpüleyemedim.Yarların açtığı kapanmaz yaralar vardır. İnsanın içinde kanar durur, her bir fidanı bulutsuzluğa serpilince, yarasına tuz basıldıkça o çok sevmişliğin failini, onun varlığını anar durur. Çaresizdir çoğu zaman, tabiplerden medet umar, her cümlede yanar durur. Körelmiştir içi çoğu zaman, n'açar hâline üzülür üzülmesine de, tanımlanamayan derdine kimsesizliğin elinde derman arar durur.
Ben O'nun bakışlarında kendimi görürdüm. Ben O'nun yakarışlarında karanlığa gömülürdüm. Dokunmak yoktu bizim dünyamızda. Bir çift semadan yansıyan niteliksiz, tarifi belirsiz çaba, tüm saldırıları yok ederdi adeta. Bakışarak sevişirdik. Teni tenime değmeden, usulca. Ruhlarımız birleşirdi ezgisi kulağa hoş gelemeyen ses tonlarımızda. Bilinmez bir şarkının içinde kaybolurduk. Susmayı severdik, kendimizden fazla. Aşk, sessiz olup dağları aştığında anlam kazanırdı bize göre. Gözlerin konuşması vardır ya, denediği ve becerdiği en masum olasılık bu idi şairin dizelerinde. Birbirimize odaklanırdık, hani rakı gibi bardağı bir türlü boş bırakmayan sarhoşluk var ya.. Yan yana geldiğimiz zamanlarda sarhoş olurduk biz. Bağlıydık birbirimize, kopamazdık. Sevgi ve sevgiliye dair bağımlıydık, ayrılamazdık. Bilirdik çünkü, benimsemiştik.. söz vermiştik birbirimizi bu yolda asla yalnız bırakmayacağımız hususunda and içmiştik. Fark etmiştik, ayrılık elbette kadere kazınan sinsi bir keder değildi. Değildi de elbet.. Her an, ölüp ölüp dirilmek tapınaklarımızda ruhani bakıcılarımıza çok ağır gelirdi. Olmazdı, olamazdık. Biz, bir olmadan yaşayamaz ve yaşlanamazdık. O ufku görünmeyen kâbuslara sırtımızı yaslayamazdık. Sonra, bir gün.. Birşeyler oldu. Sanırsın içimizde kıyamet koptu. Üzerime yanar dağların yamaçlarına tutunan kor kor alevleri savruldu. 'Git !' dedi bana. ' Sevmiyorum seni. Zaten, hiçbir zaman iç dünyama seni yerleştiremedim, sevemedim ki. Yetiştiremedim, büyütemedim. Olgunluğuna erdiremedim sendeki beni. Sen.. Kötü bir alışkanlık gibi, gafil avlandığım bir anda sarıverdin düşlerimi. Silahsız konumda iken, herhangi bi savunma imkânım oluşmamış iken büyüleyiverdin hüzünlerimi. Hiç hoşuma gitmedi gamzelerinin mahrumiyeti. yüreğime sıkıştırdığın gülüşlerin bile etkileyemedi beni. Ben yalnızca.. Yalnızlığım geçene kadar, ruh evindeki yağmurlar dinene kadar, varlığına alışmaya çalışana kadar.. Hayatta tutunabileceğin ilk ve tek kırık dal, parça parça birikmiş edebinde tarumazlar. Senin ben gibi olmaman için var oldum yanında. Gecende gündüzünde, hastalığında sağlığında. Gecenin riyâkar çırpınışlarında. Geçmişindeki küfürlerde, geleceğe bakamadığın umudunda, her anında. Benim için, kendi çıkarlarım için var kaldım senin yanında..
' Git ! ' Ben senin olamadım. Dokunamadım bile sana. ruhun o kadar bedbaht, o kadar vicdansız, o kadar kör ve o kadar terbiyesiz ki, ona her yaklaşımımda kirletti beni, ırzına geçti düşlerimin, defalarca ! Direndim, elimden geldiği kadar karşı koymaya çalıştım. Fakat her defasında, yeni bir yara daha aldım. Yaşlarım kana döndü ulan, senden çok ben paralandım. Tabiplerin alnıma kazıdığı merhemler çoğaldı sayıca. Bu ilaçların iyileştirici etkisinde iken bile sarılamaz,düzelemez hâle geldi artık bendeki yara.
' Git! ' Sen olmak, senin olmak azap gibi.. Cehenneme düşeceğini bile bile, isteyerek günah işlemek gibi. tüm olasılıksızlıklara karşın aşka inanmayı başarmak gibi. Sevmek ve sevilmemek gibi. Seninle yaşamak bir ısdırap aslında. Minik bir yalan attım ortaya, anında tav oldun, alıştın hemen buna. Sonrasında da, kapılıverdin soğuk soğuk esen rüzgara. Yazıklar olsun sana ..!
Elbette, ben bunları duyunca sanrımla yarışınca, en sonunda anladım ne ben çölün gölündeyim, ne de kulağımı tırmalayanlar muamma. Yar dedim yara aldım, asla zehrolma dedim, gam altında yakıldım. Ömrüm ömründür dedim, sığ tellerle sarıldım. Kamçılandım, darbe aldım, karalandım, sakındım. Öylece bir başıma, ortada kalakaldım. Duyduklarım şaka gibiydi. Yapamadım hiçbir şey, kımıldayamadım bile, o halde donakaldım. Belki de yanılgılarıma ve sanrılarıma dair hiçbir şey yoktu, yalnızca ben var sandım. Ben seni senle değil, kendimle paylaşmazdım. Ses çıkmadı, birbirlerine değip de hiçbir sözü haykıramadı dudaklarım. Sustun, sustum, sustular.. Sızlamadı özlemim, inanmakta zorlandım. Ki ben, tercüme ettiğin her yabancı alfabenin gerçekçiliğinde dağılmamak için kendimi zorlardım. Fedakâr olmak, her babayiğidin kalkışabildiği tatlı ve kolay bir lokma değildi. Ya tam susacaktın, ya da içimde hayır-şer ne var ne yok kusacaktım. Feda edemedim hecelerimin serzenişlerini, ömrüm boyu dudaklarımın kilitli kalmasını göze aldım. Doğruldum, kendime geldim ve kalktım. Hafif hafif tökezlemelerle güçlü bir kadınmış gibi görünüp, rolümü de yaptım. Yavaş yavaş yürümeye başladım. Ardıma bile bakamadım. Bakmaya kıyamadım. Kinine doyamadım. Günlerimi fade ettiğim adam, ömrümü ömrüne adadığım adam.. Bir kelamda silivermişti adımı. Tek bir hamlede paramparça etmişti yarım kalanlarımı. Üzerime silinemeyen keskin inatçılığı ile resimsiz ve denizsiz bir çizik attı. Kelimelerim fazlaydı, ifadelerim salt'tı. Karaladı, etrafı morluklarla doluşmuş, açık kalan.. buna rağmen yine de yaşamaya, heves almaya çalışan sol yanımı. Sonucunda, uğradığım bozgunda ona bağışladım yıkıntılarımı. Gittim ..! Ağlayamadım bile, gözlerine bakamadım. Arkama dönersem eğer, geçmişe gidersem geleceğimi oluşturamazdım. Ne kadar çok sevsem de, gururum vardı yalvaramazdım ! Oracıkta, o saliselerde ruhumu aşka (ya)sakladım ve bir daha asla toparlanamadım. Avucumda saklı kaldı tebessümlü sevinçlerim, onları kimseye veremedim. Dağıtamadım. Kısa bir müddet sonra, özgürlüklerine kavuşmak için kaçtılar ellerimden. Aşikâr mapushanemden. Durun' diyemedim, arkalarından el salladım. Yazılmamış hayallerim vardı, onları hiçbir gözyaşımda bulamadım ve kurutamadım. Gerekenden çok daha hain ruhlar gördüm, dalgalandım dalgalanmasına. O ayyaş mavinin karamsarlığında susuz kaldım da, durulamadım. Ogünden sonra.. aşk bana uzak kaldı. Düşün işte.. Öyle bir bitiş yağdırılmıştı ki suretime, elimden gelenin fazlasını yapmama rağmen aşka bile yaranamadım.
Sonra .. Yazılarım mutsuz oldular. Mutlu olmak için noktalarını vurdular. Mutsuzluğa mahkum oldular. Mutluluk, parmaklıkların arkasında asılıydı. Ona asla uzanamadılar, dokunamadılar. El süremediler, kokusunu tadamadılar. Uzaktan izlediler, işkenceye maruz kaldılar. Dayanamadılar ay ışığının gölgesinde yakılı sakınmalara. Müebbet hapis cezasında ruhları demirlerin, panzerlerin arasındaydı. Ezildikçe, bin parçaya bölündüler. Sömürüldüler, söndürüldüler. Sindirildiler. Nefes alıyormuş gibi görünüp an be an kahrolarak öldürüldüler.
Bir gidişi yaz ' dediler. Yazamam dedim. Gecenin matemine seslerimi asamam dedim. O giden isteyerek gider de, ben ' sana ihtiyacım olur en günahkâr hislerimde, alışamam, durduramam kendimi, sakın gitme ' kavrayamam, katlanamam, o gidişi tekrar tekrar yaşadıkça uyuyamam, içimdeki yaygaralardan katiyen kurtulamam, genç yaşımda mezara sükunetsizliğine tanık oldum ben. Bu alamete karşı koyamam, duyuramam ,hatırlarımdan çalamam 'dedim . Ben sende çoktaan bitmişim de, sen bende bir türlü bitemedin .
Öylesine yazılan bir kaç satır işte.Anlamsız çoğu zaman,sade hilekâr ve lûtufkâr.Benim için,içimi döktüğüm şu kara sayfalar,senin için hiç bir önem ifade etmiyor ey sevgili yar.Sana sevmelerimi helal etmiyorum,dibine kadar haram olsun dünyan cehennemime dönüşsün.Kifayetsiz hecelerde azrailin zulmünden kaçamayıp sıkış tebessümlerinde orada biçare kal.Azabımdan çöle dönüşsün o şuursuz gönlün.Sevme,seveme ben gibi herhangi birini.Birer birer yapışsın ruhuna,yüreğime hançerle kazıdığın yara izleri
12 Mart 2013 Salı
5 Mart 2013 Salı
Safsata .
Hiçbir kelimem bana ait kalmadı.Uğramadılar benim karamsarlık diyarıma,uykusuz dualarıma,yastıkları boğan anlayışlarıma.Kabuslarıma hiçbir surette-koşulda tanık olmadılar.Onlar hep sana dair yazıldı.Seni ağlatmayı yeğledi,ruhlar aleminde faili meçhul cinayetlerin işlendiği meziyetlerin gösterişsizliği kanatlarına kazındı.Onların da;aldıkları her nefesin bedelini ölümsüzlükle ödüllendirildikten sonra sarılabilecekleri birileri olmadı.Boğazımda yakınan hiçbir acı,lügatlarına sığmadı.Hiçbiri,yarım kalan sayfalardaki satır aralıklarına sığınamadı.Öldükçe göçtüler.Yavaş yavaş kırmızılığa büründüler.Onlar hep masumdu,biliyor musun? Onlar kararsızdı,onlar karargâhımda varamadığım yollarımdı,cevaplayamadığım sorularımdı, içten içe yalvarışlarımdı belki de. Dünyanın adaletsizliğine karşılık çığlıksız bir isyan mahiyetinde yakarışlarımdı. Onlar, kendi kurduğum evren adlı düzensizliğimin içinde cehennemi karlı dağların yardımı ile yakışlarımdı. Gölün etrafını kar değil, karamsarlık sarmalıydı. Ve her amaçsız ölüm, aptalca bir nedene bağlı kalmalıydı. İnsan denen mahlukât her intizarda mükemmeline varmalıydı. Vurmalıydı kendini dipsiz denizlerin altında, çıt çıkarmadan sesi duyulmadan, çığlıkları çehresini sarmadan, boğulmalıydı o derinliğin huzmesinde. Ardından, bir anlama kavuşmalıydı. Ölümü bile anlamlı olmalıydı ve sırf bu yüzden kaybettiği her savaşı 'arka sokaklarda dans eden anılarda ve acılarda kavuşulamayan yaralar' adlı kitabına yazmalıydı. Her bir sözcük, içtenliği çerçevesinde ciğerini dağlamalıydı. Onlar..İçimi yağmalayan senli düşüncelerim'i kağıda aktarışımdı.Onlar var oluş amacımdı.Ve sonra..
....
Gittiler ! En sonunda onlar da bittiler.Dayanamadılar gümüş kafes içinde mağrur iken apansız bir hançer ile mağdur edilmeye.Parmaklıkların arkasındaki zindanlı zulmü sevmeye.Hürriyetlerinin engellenmesine karşı koyamamayı gururlarına yediremediler ve vazgeçtiler.Silik kaldılar,izlerinin yıkılamaması sonucu buruklaştılar.İlmihâlleri donuk,sitemleri boğuk,gülüşleri kırık..Bırakıp beni terk ettiler.Anlamlandırılmayı beklediler,haddinden fazla saf rolüne kapılıp iyi niyetli göründüler.Nasıl da ölü iken yaşanıyormuş,en ufak serzenişimde bile cansız hücrelerinde bunu hissettiler.Mahrum bırakıldıkları her bir sevinç dolayısı ile kifayetsizliği tercih ettiler.Kanıtladılar hâlâ var olduklarını,buna karşın buzdan kalemlerle söndürüldüler.Katlanamadılar bana,unutulmaktan ürktüler.Ne enteresan bir muamma,değil mi ama ¿ Sayemde sonsuzluğa sürgün edildiler.Gittiler işte,onlar da gitti birer birer. Sonra ne mi oldu ¿ Dur hele, nedir bu acele. Azrail yanına yaklaştığı vakitlerde karşı gelemezsin o müptezel ve mükemmel emire.
Sonra, sahipsiz kaldığıma mı yanayım, kalemimin sürüne sürüne eriyişine mi kanayım, başka silüetlerde göremediğim ve fark edemediğim yalanlara mı inanayım. Ne yapayım bilemedim, zaten çoğu zaman yaşamsal mutluluk olaylarına karşılık pek tevazu gösteremedim. Direnemedim yapmacık tavırlara, evrenin asilzade görüntüsü ardına saklanan gerçeklerini sevdim. O da genelde soysuzluk yapıyordu, arada bir sevimsiz tebessümlere kanıyordu. İnanmamayı arzu ediyordu, arzlarında hatalıydı göründüğü gibi olamıyordu. Bu nedenle pek çok durumda bana karşı geliyordu. En azından ben, alnıma yazılan yalnızlık tablosunu çerçevelettirip baş ucuma koyduğum zamanlarda, geçici emellerin peşinden koşmuyordum. Biliyordum çünkü, sonuç ne olursa olsun, isterse kıyamet kopsun, herşey yerle bir olsun, eninde sonunda aynama imzası atılacaktı en kadim dostumun. Önemsemedim pek, bir insana bağlı kalmak yerine yazılarıma bağlı kalayım en azından onların yardımıyla tuz basmayan yaralarımı kapatayım diye düşünürken.. Yok oluverdiler işte, öylesine birden bire .
Onlara ihanet mi ettim, ya da mahremiyetlerini mi gözler önüne serdim. Bilmiyorum, daha doğrusu bilemiyorum. Kalemin dili yok, onu elinde taşıyan benim. Yöneticisi, arzuhâli, ilmihâli, dem vurduğu her bir anı benim. Yârdan ötürü şekilsiz yüreğinde yaralarını açan, benim. Durup dururken ben mi onlara küstüm, ya da istemediğim bir şekilde kendimi mi üzdüm ¿ Bakma öyle sakin ve masum durduğuma, en sinirli en cüretkâr en mânidar katil benim. Yalnızca süslediğim hecelerimi kanatarak aktarırken kağıda, kendimden başka hiçbir şeyi düşünmedim. Gözlemlemedim, izlemedim burnumun dibindeki eziyetleri. İhanetlerin üzerine gazete kağıdı örtüp benden başka kimsenin göremeyeceği kimsesizler hükümdarlığına gizledim. Onların da isteklerini yavaş yavaş bitirdim. Ve sonunda kaybettim.
Tan vakitlerinde dile gelmeyi severdi hecelerim. Öyle kendi hallerinde biraraya gelip söyleşirlerdi güle-eğlene. Bir de zifiri karanlığın matemindeki sisli sigaranın rüzgarını gördükçe, orada olduğumu, gamlarına doyduğumu, can alıp yeniden doğduğumu hissettikçe ilham alır daha çok sevişirlerdi arzuhâlleriyle. Vaziyetlerini benimsedikçe içime saçma bir kıskançlık dürtüsü düştü. Onları ben yazıyorum, ben yaratıyordum yeri geliyor yıpratıyordum. Hatta ve hatta bazen karalayıp yaratıyordum. Zulmüme karşılık bir isyan ve inkâr. İhtiraslı başkaldırı, çoğu yerde lütufkâr.
Onlar, aslında hiç olmamayı hak ediyorlar. Ruhum sefilliğiyle sarmaş dolaş. İnfilak etmek üzere sancılar, mağlubiyet ile kazanılacak bu savaş .
....
Gittiler ! En sonunda onlar da bittiler.Dayanamadılar gümüş kafes içinde mağrur iken apansız bir hançer ile mağdur edilmeye.Parmaklıkların arkasındaki zindanlı zulmü sevmeye.Hürriyetlerinin engellenmesine karşı koyamamayı gururlarına yediremediler ve vazgeçtiler.Silik kaldılar,izlerinin yıkılamaması sonucu buruklaştılar.İlmihâlleri donuk,sitemleri boğuk,gülüşleri kırık..Bırakıp beni terk ettiler.Anlamlandırılmayı beklediler,haddinden fazla saf rolüne kapılıp iyi niyetli göründüler.Nasıl da ölü iken yaşanıyormuş,en ufak serzenişimde bile cansız hücrelerinde bunu hissettiler.Mahrum bırakıldıkları her bir sevinç dolayısı ile kifayetsizliği tercih ettiler.Kanıtladılar hâlâ var olduklarını,buna karşın buzdan kalemlerle söndürüldüler.Katlanamadılar bana,unutulmaktan ürktüler.Ne enteresan bir muamma,değil mi ama ¿ Sayemde sonsuzluğa sürgün edildiler.Gittiler işte,onlar da gitti birer birer. Sonra ne mi oldu ¿ Dur hele, nedir bu acele. Azrail yanına yaklaştığı vakitlerde karşı gelemezsin o müptezel ve mükemmel emire.
Sonra, sahipsiz kaldığıma mı yanayım, kalemimin sürüne sürüne eriyişine mi kanayım, başka silüetlerde göremediğim ve fark edemediğim yalanlara mı inanayım. Ne yapayım bilemedim, zaten çoğu zaman yaşamsal mutluluk olaylarına karşılık pek tevazu gösteremedim. Direnemedim yapmacık tavırlara, evrenin asilzade görüntüsü ardına saklanan gerçeklerini sevdim. O da genelde soysuzluk yapıyordu, arada bir sevimsiz tebessümlere kanıyordu. İnanmamayı arzu ediyordu, arzlarında hatalıydı göründüğü gibi olamıyordu. Bu nedenle pek çok durumda bana karşı geliyordu. En azından ben, alnıma yazılan yalnızlık tablosunu çerçevelettirip baş ucuma koyduğum zamanlarda, geçici emellerin peşinden koşmuyordum. Biliyordum çünkü, sonuç ne olursa olsun, isterse kıyamet kopsun, herşey yerle bir olsun, eninde sonunda aynama imzası atılacaktı en kadim dostumun. Önemsemedim pek, bir insana bağlı kalmak yerine yazılarıma bağlı kalayım en azından onların yardımıyla tuz basmayan yaralarımı kapatayım diye düşünürken.. Yok oluverdiler işte, öylesine birden bire .
Onlara ihanet mi ettim, ya da mahremiyetlerini mi gözler önüne serdim. Bilmiyorum, daha doğrusu bilemiyorum. Kalemin dili yok, onu elinde taşıyan benim. Yöneticisi, arzuhâli, ilmihâli, dem vurduğu her bir anı benim. Yârdan ötürü şekilsiz yüreğinde yaralarını açan, benim. Durup dururken ben mi onlara küstüm, ya da istemediğim bir şekilde kendimi mi üzdüm ¿ Bakma öyle sakin ve masum durduğuma, en sinirli en cüretkâr en mânidar katil benim. Yalnızca süslediğim hecelerimi kanatarak aktarırken kağıda, kendimden başka hiçbir şeyi düşünmedim. Gözlemlemedim, izlemedim burnumun dibindeki eziyetleri. İhanetlerin üzerine gazete kağıdı örtüp benden başka kimsenin göremeyeceği kimsesizler hükümdarlığına gizledim. Onların da isteklerini yavaş yavaş bitirdim. Ve sonunda kaybettim.
Tan vakitlerinde dile gelmeyi severdi hecelerim. Öyle kendi hallerinde biraraya gelip söyleşirlerdi güle-eğlene. Bir de zifiri karanlığın matemindeki sisli sigaranın rüzgarını gördükçe, orada olduğumu, gamlarına doyduğumu, can alıp yeniden doğduğumu hissettikçe ilham alır daha çok sevişirlerdi arzuhâlleriyle. Vaziyetlerini benimsedikçe içime saçma bir kıskançlık dürtüsü düştü. Onları ben yazıyorum, ben yaratıyordum yeri geliyor yıpratıyordum. Hatta ve hatta bazen karalayıp yaratıyordum. Zulmüme karşılık bir isyan ve inkâr. İhtiraslı başkaldırı, çoğu yerde lütufkâr.
Onlar, aslında hiç olmamayı hak ediyorlar. Ruhum sefilliğiyle sarmaş dolaş. İnfilak etmek üzere sancılar, mağlubiyet ile kazanılacak bu savaş .
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)