Hiçbir kelimem bana ait kalmadı.Uğramadılar benim karamsarlık diyarıma,uykusuz dualarıma,yastıkları boğan anlayışlarıma.Kabuslarıma hiçbir surette-koşulda tanık olmadılar.Onlar hep sana dair yazıldı.Seni ağlatmayı yeğledi,ruhlar aleminde faili meçhul cinayetlerin işlendiği meziyetlerin gösterişsizliği kanatlarına kazındı.Onların da;aldıkları her nefesin bedelini ölümsüzlükle ödüllendirildikten sonra sarılabilecekleri birileri olmadı.Boğazımda yakınan hiçbir acı,lügatlarına sığmadı.Hiçbiri,yarım kalan sayfalardaki satır aralıklarına sığınamadı.Öldükçe göçtüler.Yavaş yavaş kırmızılığa büründüler.Onlar hep masumdu,biliyor musun? Onlar kararsızdı,onlar karargâhımda varamadığım yollarımdı,cevaplayamadığım sorularımdı, içten içe yalvarışlarımdı belki de. Dünyanın adaletsizliğine karşılık çığlıksız bir isyan mahiyetinde yakarışlarımdı. Onlar, kendi kurduğum evren adlı düzensizliğimin içinde cehennemi karlı dağların yardımı ile yakışlarımdı. Gölün etrafını kar değil, karamsarlık sarmalıydı. Ve her amaçsız ölüm, aptalca bir nedene bağlı kalmalıydı. İnsan denen mahlukât her intizarda mükemmeline varmalıydı. Vurmalıydı kendini dipsiz denizlerin altında, çıt çıkarmadan sesi duyulmadan, çığlıkları çehresini sarmadan, boğulmalıydı o derinliğin huzmesinde. Ardından, bir anlama kavuşmalıydı. Ölümü bile anlamlı olmalıydı ve sırf bu yüzden kaybettiği her savaşı 'arka sokaklarda dans eden anılarda ve acılarda kavuşulamayan yaralar' adlı kitabına yazmalıydı. Her bir sözcük, içtenliği çerçevesinde ciğerini dağlamalıydı. Onlar..İçimi yağmalayan senli düşüncelerim'i kağıda aktarışımdı.Onlar var oluş amacımdı.Ve sonra..
....
Gittiler ! En sonunda onlar da bittiler.Dayanamadılar gümüş kafes içinde mağrur iken apansız bir hançer ile mağdur edilmeye.Parmaklıkların arkasındaki zindanlı zulmü sevmeye.Hürriyetlerinin engellenmesine karşı koyamamayı gururlarına yediremediler ve vazgeçtiler.Silik kaldılar,izlerinin yıkılamaması sonucu buruklaştılar.İlmihâlleri donuk,sitemleri boğuk,gülüşleri kırık..Bırakıp beni terk ettiler.Anlamlandırılmayı beklediler,haddinden fazla saf rolüne kapılıp iyi niyetli göründüler.Nasıl da ölü iken yaşanıyormuş,en ufak serzenişimde bile cansız hücrelerinde bunu hissettiler.Mahrum bırakıldıkları her bir sevinç dolayısı ile kifayetsizliği tercih ettiler.Kanıtladılar hâlâ var olduklarını,buna karşın buzdan kalemlerle söndürüldüler.Katlanamadılar bana,unutulmaktan ürktüler.Ne enteresan bir muamma,değil mi ama ¿ Sayemde sonsuzluğa sürgün edildiler.Gittiler işte,onlar da gitti birer birer. Sonra ne mi oldu ¿ Dur hele, nedir bu acele. Azrail yanına yaklaştığı vakitlerde karşı gelemezsin o müptezel ve mükemmel emire.
Sonra, sahipsiz kaldığıma mı yanayım, kalemimin sürüne sürüne eriyişine mi kanayım, başka silüetlerde göremediğim ve fark edemediğim yalanlara mı inanayım. Ne yapayım bilemedim, zaten çoğu zaman yaşamsal mutluluk olaylarına karşılık pek tevazu gösteremedim. Direnemedim yapmacık tavırlara, evrenin asilzade görüntüsü ardına saklanan gerçeklerini sevdim. O da genelde soysuzluk yapıyordu, arada bir sevimsiz tebessümlere kanıyordu. İnanmamayı arzu ediyordu, arzlarında hatalıydı göründüğü gibi olamıyordu. Bu nedenle pek çok durumda bana karşı geliyordu. En azından ben, alnıma yazılan yalnızlık tablosunu çerçevelettirip baş ucuma koyduğum zamanlarda, geçici emellerin peşinden koşmuyordum. Biliyordum çünkü, sonuç ne olursa olsun, isterse kıyamet kopsun, herşey yerle bir olsun, eninde sonunda aynama imzası atılacaktı en kadim dostumun. Önemsemedim pek, bir insana bağlı kalmak yerine yazılarıma bağlı kalayım en azından onların yardımıyla tuz basmayan yaralarımı kapatayım diye düşünürken.. Yok oluverdiler işte, öylesine birden bire .
Onlara ihanet mi ettim, ya da mahremiyetlerini mi gözler önüne serdim. Bilmiyorum, daha doğrusu bilemiyorum. Kalemin dili yok, onu elinde taşıyan benim. Yöneticisi, arzuhâli, ilmihâli, dem vurduğu her bir anı benim. Yârdan ötürü şekilsiz yüreğinde yaralarını açan, benim. Durup dururken ben mi onlara küstüm, ya da istemediğim bir şekilde kendimi mi üzdüm ¿ Bakma öyle sakin ve masum durduğuma, en sinirli en cüretkâr en mânidar katil benim. Yalnızca süslediğim hecelerimi kanatarak aktarırken kağıda, kendimden başka hiçbir şeyi düşünmedim. Gözlemlemedim, izlemedim burnumun dibindeki eziyetleri. İhanetlerin üzerine gazete kağıdı örtüp benden başka kimsenin göremeyeceği kimsesizler hükümdarlığına gizledim. Onların da isteklerini yavaş yavaş bitirdim. Ve sonunda kaybettim.
Tan vakitlerinde dile gelmeyi severdi hecelerim. Öyle kendi hallerinde biraraya gelip söyleşirlerdi güle-eğlene. Bir de zifiri karanlığın matemindeki sisli sigaranın rüzgarını gördükçe, orada olduğumu, gamlarına doyduğumu, can alıp yeniden doğduğumu hissettikçe ilham alır daha çok sevişirlerdi arzuhâlleriyle. Vaziyetlerini benimsedikçe içime saçma bir kıskançlık dürtüsü düştü. Onları ben yazıyorum, ben yaratıyordum yeri geliyor yıpratıyordum. Hatta ve hatta bazen karalayıp yaratıyordum. Zulmüme karşılık bir isyan ve inkâr. İhtiraslı başkaldırı, çoğu yerde lütufkâr.
Onlar, aslında hiç olmamayı hak ediyorlar. Ruhum sefilliğiyle sarmaş dolaş. İnfilak etmek üzere sancılar, mağlubiyet ile kazanılacak bu savaş .
Öylesine yazılan bir kaç satır işte.Anlamsız çoğu zaman,sade hilekâr ve lûtufkâr.Benim için,içimi döktüğüm şu kara sayfalar,senin için hiç bir önem ifade etmiyor ey sevgili yar.Sana sevmelerimi helal etmiyorum,dibine kadar haram olsun dünyan cehennemime dönüşsün.Kifayetsiz hecelerde azrailin zulmünden kaçamayıp sıkış tebessümlerinde orada biçare kal.Azabımdan çöle dönüşsün o şuursuz gönlün.Sevme,seveme ben gibi herhangi birini.Birer birer yapışsın ruhuna,yüreğime hançerle kazıdığın yara izleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder