20 Mayıs 2013 Pazartesi

Artık bu kadar. Kısa, öz, yarım. Hiçbir önemi kalmadı dünümü takip eden yarınlarımın .

Ne hevesim kaldı,ne gücüm ne itaatim. Ne amacım kaldı,ne inancım ne dirayetim..Katlanılamayacak kadar kirliydi gölgelerim. Havaya uçuşturulan satırlarda yaralı kaldı yere göğe sığdıramadığım isteklerim. Çok meşakkatliydi aşk,bir o kadar da gösterişli. İsyankâr bi çocuğun avuç içlerinde karalı kaldı her zaman beyazı temsil etmek için didinen renksizliği..

Aşk yalnızca masallarda yaşatılırdı. Çünkü her vakit ona karşı savaş açan gerçekler vardı.

 
Her sulhün sonunda tarafsız bir galip aranırdı. Ve gülüşleri lekelenen aşkın, bu münferit zamanlarda ruhu daralırdı. Kaybedemezdi o, kaybetmemeliydi (!) Adı, gecenin aydınlığında dudaklarda yankılanan olmalıydı. Yankılanırdı yankılanmasına da.. O her zaman kaybeder, dilden dile dolanırdı.

Yanılırdı, yalnızlaştığı sanılırdı. ilişirdi mutsuzluğunun yanına.. Ona sarılır ona yakarırdı. Çocuk gibiydi aşk. büyümek istemedi. İstemediği halde büyütülmek zorunda kaldı. O her zaman çocuklar gibi mutlu kalmayı arzuladı. Dertleşirdi anılarıyla, onu padişah kılan hatalarının varlığıydı. Kendine inanmayı besteledi güfteledi. Ömrünü feda etti birkaç satırlık muazzamlığının uğruna kelebekler uçuşan ruhuna, başaramadı. Aldığı her nefeste sanki kıyamet kopmuş da günler ilerlemişcesine yüz yıl birden yaşlanırdı. Acı çekmesine rağmen mutluymuş rolüne kapılmak tanrının kaderi hakknda kaleme aldığı beklenmedik bir muammaydı. Gerçekleşmek istedi yaşanmak ve yaşatılmak istedi. Yaşamak ve yaşatan olmayı arz etti. İstekleri mahşer düğümüne fazla geldi, kalemi suya atıldı, dibi görünemeyen kuyularda adına ağıtlar yakıldı, fermanına üç harften oluşan kısacık bir yazı kazındı, yazamadı. Defteri cehennem azabına takıldı, yaranamadı. Sözcükleri gözlerinde asılı kaldı, bir türlü yere düşmeyi başaramadı. Dibe çakıldı, bunu arzuhaline sıralı bıraktı, ölemedi bir türlü. Buna rağmen tadına varıla varıla hayatını yaşayamadı. Sancılarından kurtulamadı, içini kemirdi yoksul bir düşünce. Günden güne onu harabelerde gözlerini açmaya zorladı, özgürlüktü amacı. Hiçbir kalıbına uyamadı. Kendi içine sığamadı, başkalarına sorulduğunda ise yere göğe sığdırılamadı. Ağlamak istedi, kirpiklerinden temizliğine kanıt olarak gösterilmesi gereken yağmur damlacıkları serpmek istedi rüzgarına, güneşin mahremine tanık oldu, utandı. Ağlayamadı. Sevmek istedi, sevilmek istedi, dalından ruhunu ayırmak istedi, kendini çöllerdeki seraplardan mahrum bırakmak istedi, tuzaklarına yenildi, yapamadı. Ruhunu eline aldığı her vakit, anlamsızığı karşısında büyülendi adeta, uyanmak istedi uyanamadı. Uyumak istedi, uyandırılamadı. Kazanmak istedi, koz olarak kullanabileceği her ne varsa içinde dışarı çıkardı, kustu hisleri bulandı. Çoğu zaman dertlerinin eşiğinde oturur bir çıkmaz sokağa, gökyüzüne bakardı. Bunaldı. Sıyrılmak istedi, yerdi, korkaklığını tenkit etti ve en sonunda makberinde görülmeyi istirham etti. Fikir beyanlarını teyid etti, eleştirilerinde her daim evvelini kötülerdi. Gökyüzündeki yıldızlara, ulaşılmaz oluşlarına küfrederdi, içten içe edebine söverdi de yine de o maviliğe dalmaktan vazgeçemezdi. Gökkubbenin seyri, aldığı son nefesleri gibi ona ilham verirdi. Bir gün hiç umdığı bir anda, gamları söyleşiverdi, kederleri dile geldi. 'Ahiret gününde şeytanlarıma yem olarak iyiliklerimi sunacağım dedi, şeytanlarıyla muhabbet etmeyi severdi. Kaybetmek için kazanmak gerekirdi, aşk kendi namına hiçbir sual kazanamadı. Yorgun düştü, ateşini közleyen çıkmadı karşısına hiçbir zaman, küllerinden yine ve yeniden özlemleriyle doğamadı. Gerçekleşmeyeceğini adı gibi bildiği halde ufak bir mucizenin arzuları arasına katılmasını bekledi. Mucizelerin imkansız olduğunu, olasılıksızlığın muammalara kanıt ve de tanık olarak sunulduğunu her daim zihninin hazin bir köşesine gizlemeyi bilirdi. Bu, yokluktan var olmak demekti. Olamadı. Var olamadı, soluk alamadı. Kalemi ruhunu hırpaladı, canından can aldı, ölüm en kolay görünen yalandı, inanmak istedi. Öleceğine inanmayı hayal etti. Yanılmamak istedi, kolay kolay ölemeyeceğini, kansız bir günahkar misali alın yazısı tarafından süründürüleceğini adı gibi ezberlemişti. Saklı mezarlarına canı sıkıldığı zaman, ruhu daraldığı zaman bu kitapsızlğı işlemişti. Düşleri düşüncelerine savaş açtı, Askerleri sevgiye muhtaçtı, hitabetleri ile kitabeleri uçuruma sürüklenen acizane yoldaştı. Yenilgilerine karşı koyamadı, bir hayal uğruna nefeslerini bölük pörçük etrafına saçtı. Ruh evinde, görünmezliğinin gölgesinde, matemlerinin suretinde, hüzün içinde kayboldu. Vakit -namı değer zaman-, avuçlarına yakılan gereksiz bir uğraştı. Ne var oldu, ne ölümü düşmanlarına sevinç oldu. Dünya aşka karşı çıktı ve aşk hiçbir zaman gerçek anlamda yaşanamadı. Ölüleşen dirilerdendi, vardı ama yoktu, temmuzun güneşi onun için pek soğuktu, güllerin büyüleyen kırmızılığı için kullandığı hitabına onun için pek soluktu.Yalnızlık şehriydi aşk, orada bulunur, kavramlarından ve kavgalarından, arada bir boğazına yapışan kargaşalarından edindiği tecrübeler vesilesi ile o şehirde yani kendi içinde durulurdu. Ona hiçbir zaman gerçekten nefes almayı öğrenebiliyor musun diye sorulmadı. Çığlıkları dışında aşkın herşeyi aynı kaldı. Herşey ve herkes aynı, farklı olan yalnız'ca aşktı.

Belki de yalnızlıktı aşkın o ırmaklar misali ç'ağlayan derdine derman olarak kıymetle sunulan ilacı.

 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder