7 Ocak 2013 Pazartesi

Biraz daha derin sulara mı dalsam, Yok yok boğulurum ben, en güzeli olduğum gibi kalsam. Bu da sorunlu olur, sıkılırım kendimden

Bir eylül 1991 tarihi. Bir cumartesi günü birincil tekil herhangi bir şahsın anlatımına ve varsayımlarına göre açmışım gözlerimi dünya denen kahrolası yaşanılması gereksiz olan vedaya. Ve bundan tam 547,5 gün sonra ölmek üzere iken son anda kurtarılmışım ( Çok gerekliydi sanki ! )

Geçmişi pek hatırlayamıyorum, çocukluğum güzel değildi çünkü. Herkes dışarıda oyun oynarken ben hastaneye giderdim. Doktor abileri ablaları sırf benimle ilgilendikleri için haddinden fazla severdim.
İlgi manyağı olduğum taa o zamanlardan belli idi. Sadece bana huzur verenin ilglsini isterdim. Öyle herkesi ve herşeyi sevmem. Yanlış olurdu bu, o yüzden kenarı geçer etrafımdaki düşünceleri izlerdim. Kıskanırdım hem de, hastalık derecesinde bağımlılık yaratırdı bu his bende. Bana ait olan bir tek benim kalmalıydı, paylaşamazdım kimseyle.Sessizdim bir de. İğnelerden korkmazdım, acı çekmek hoşuma giderdi. Kan alınacağı zaman bile, sırf 'nasıl da ürkmüyor şu cesarete bak hele ' desinler diye gıkımı çıkarmazdım. Sonraları alıştım zaten, artık hiç acı vermemeye başladılar. Hatta ve hatta hoşuma bile gitmeye.

Sonraları okul dönemleri başladı. Hiç bir zaman diğerleri gibi bi öğrenci olmadım. Kendi kendimin öğretmeniydim zaten ben, sus. Sesini çıkarma, konuşma. Yorum yapma. Terslenirsin, üzülürsün sonra. Hatalı ise hatasını söyle, gerçeği açıklamaktan asla ve asla korkma '
Ne bileyim öyle oyun oynadığım arkadaşlarım olmadı hiç. Saklambaç oynamanın tadını çıkaramadım. Şaka yapmanın, gezmenin tozmanın. Derslerimi düşünürdüm hep, belgeleri . Takdir belgesi alıp annemi sevindirmeyi. Hani mutlu olurdu da, hoşuna giderdi belki.

Suskundum genelde, susmayı severdim. Konuşmaktan korkardım. Hislerimi kırgınlıklarımı hep kendime saklardım. Birilerine bir şeyler anlatamazdım, çekinirdim. Zaten hiçkimse de bu zamana kadar neyin var senin, nedir problemin ? ' diye sormadı.
Böyle sorulmaya sorulmaya daha çok içime kapandım. Acaba dedim , acaba sorun bende mi ? Kimsenin tavuğuna kışt demez iken, gözünün üstünde neden kaşın var diye sormaz iken problem neden bende olsundu ki ? İnsanların hayatı hakkında yorum yaparsanız suçlu oluyorsunuz, yorum yapmazsanız da suçlu oluyorsunuz. Herkesin yaptığı kendinedir ' dedim, konuşmaya konuşmaya bir on yıl geçirdim.
O kadar da içime kapanık değildim esasında , tek problemim ilk adımın atılmasıydı. Bana bir adım gelene ben 15 adım gittim, gitmemem gerekiyormuş sonraları öğrendim.

Dediğim gibi, bundan bi 10 sene öncesine dair hatırladığım çok bir şey yok.
Sonra lise dönemleri başladı. Okulu severdim. Derslerimi hocalarımı. Hepsini değil tabi, içlerinden birkaçını. Sonraları sıkılmaya başladım. Okuldan soğudum. sanki oraya bir şeyler öğrenmek için değil de, ömürlerini boş konuşarak hak edenin emeğini alamaması için gelenler vardı. Arada bir eğlence elbette gerekli, hoş sohbetlerle zaman geçirenleri de hep kıskandım. Ben onlar gibi değildim çünkü, ben asla öyle olamazdım ! Bir yandan da emek hırsızlıkları vardı, bu kötüydü. Onun da etkisiyle kendime iyice donuk kaldım. Böyle kızlar, erkekler. Şakalaşmalar. Bir kızın bir erkekle tabiri caiz ise 'kanka' konumunda iken ne paylaşabileceğine hiç bir zaman akıl-sır erdiremedim. Böyle davrananlar, hep itici geldi bana. Bana göre yanlış bi davranıştı, fakat onlara göre gayet sıradandı. Saygı gösterdim, umursamadım. Kim kiminle ne yapıyor ne ediyor diye önemsemedim.
Çünkü biliyordum, insanlar yalnızca senden faydalanacakları zaman yanında olurlar. Sonrasında ise hep yalnızsındır.

Bunlar,benim açımdan böyleydi.( Ve hâlâ öyle ) Ben saygı gösteriyorsam onların da bana saygı göstermesi gerekliydi. Zaten fikirlerimi beyan etme konusunda pek de becerikli değildim. Konuşmamayı tercih ederdim. Sürekli susan bir insanla ne konuşulabilirdi ki ? Düşündükçe onlara da hak verdim. Sigaram en yakın arkadaşımdı. Normal insanların yaptığı tek şey'den biriydi sigara içmek benim için. En azından keş'lik konusunda hemfikir olabilirdik.Bu konuda normal olabilirdim. Aslında, tek güvendiğim şeydi benim için. En azından içindeki zehirlerin amacının beni öldürmek olduğunu biliyordum. Tadını da seviyordum. Canımı yaktığı için bu da hoşuma gidiyordu ve içiyordum. Emeli, süründüre süründüre beni öldürmekti, adım gibi biliyordum. Genelde sigaralarımla dertleşirdim, ancak bu şekilde yaşamaya çalışmak bana huzur verirdi.

Sonra, kulak aşinası olduğum sözcükler. ' Ben onu seviyorum, O da beni seviyor. Çok güzel zamanlar geçiriyoruz ve birbirimizi kıskanıyoruz ' lar. Buna eklenebilecek tonlarca şey var da, neyse kalsın. Bunları duya duya kendimle savaşmaya başladım. Ulan dedim, o onu seviyor. Bu bunu seviyor. Benim dünyadaki amacım ne ? Beni neden kimse sevmiyor. Neden yaklaşılmıyor bana. Tamam dedim diğerleri gibi süslü püslü değilim. Onlar gibi sevecen de değilim. Ama, kimseyi yemiyorum sonuçta. Neden dedim ? Ve sonunda da kafayı yedim. Hep kendimi aşağıladım, her zaman kusur bende ' dedim. İçime kustum riyakar tebessümlerimi. Sinirli, ketum, çekilmez kaprisli bi insan oldum. Ve halimden memnunum. Mutsuzluklarımla mutluyum. Bir amacım bir gizemim yok. Sevindiğimde etrafıma kahkahalar savurdum, üzüldüğümde sinirimden sitemler yağdırdım, kudurdum. Yavaş yavaş yok ettim bende olması gerekenleri.


Herkesin benden önce sevdiği biri vardı tabii. Geçmişinde yaşadığı anılarını gizlediği, acılarını evcilleştirdiği, şimdi sorsan ' değersiz biri ' dediği, ama içten içe onun hayalini bile özlediği, sevmelerini evcilleştirdiği herhangi biri. Tuhaf, çok tuhaf doğrusu.Nedense diğerleri gibi insanın uyumadan önce düşündüğü, merak ettiği biri olmadım. Ben hep unutulan oldum, hiç unutmadım.Yalnızca masum bir tebessümün bana ait olarak kalmasını istedim. Nefes almayı bile sevemediğim şu üç yıldaki 1095 güne fazla geldi demekki isteklerim.Kimsenin unutamadığı olamadım hiç bir zaman diliminde. Yapmacık gülüşlerden de uzak kaldım bizzat , kâfi fikirlerimce. 
Bedenen 21 yaşında olmama rağmen, buna alışık ve de aşikârım, ruhumu sorarsan.. Çoktaan yaşlandım. Karasrızlık labirentlerimdeki bulutsuz ve karlı özlemlerimden sıyrılamadım. Yazın ortasında kışı yaşadım. Hatayı üzerime atmaktan bir türlü kurtulamadım. Herkes temizdi, herkes sıradan. Herkesin yaşamaya alıştığı yangınları vardı içerisinde, islerini yakınındakine bulaştırmayı başaramadan. Bense hayatı rahatsız eden martısı olmayan bir gökyüzü, ırmağındaki suları kuruyan sersefil bir diyardım. İçindeki börtü böceklerin ölümüne, yaşamın entrikalarına sadık kalamayan. Çocukların bile dinlemekten zevk alamayacakları sonu intiharla biten istenmeyen katıksız bir masaldım. Sigarama sarıldım, dumanıyla hayallerimi ağarttım. Sonunda ben de ruhunu satan karamsarlar ülkesine katıldım. Neden ? diye sormayacağım, soramıyorum artık. Daha ne kadar dayanabilirim bu amaçsızlığıma, onu da açıkcası bilemiyorum. 

Çelişkili mantığımı içimdeki seslerin eşliğinde katmerledim, birer birer kaçtı heveslerim benden. Ne 'kal' diyebildim, ne de gitmelerine karşı koyabildim. Yenildim işte, içinde ovaları taşıyan bir yük gemisiydim, karaya vurunca ümitsizliklerim, istemeden, engel olmayı denemeyi düşünemeden devrildim.

Arada bir aklıma geliyor geçmişteki bir takım hayal-meyal sızıntılarım. Bazıları iyi, genelinde kötülük peydahlıyor benim tecrübesiz semalarım. Dikiş tutmuyor yaralarım, ruhumu kirletmeye çalışıyorlar karanlıklarındaki sultanlarıyla. Acıyor canım, bazı geceler uykusuzluğumun en tatlı yerinde saplıyorlar kılıçlarını beton mavzerleriyle. Kanıyorlar, kanatıyorlar, sonunda da hedeflerine ulaşmanın verdiği o muhteşem haz ile yaralı bırakıp gidiyorlar.   

Hâlâ bir cevap bulabilmiş değilim kelimesiz sorularıma. Ama artık çözüm aramıyorum. Yani kendime eskisi kadar çok soru sormuyorum. Cevabım yarım yamalak beliriveriyor gözlerimde, belki de ben sevmeyi bilmiyorum. Her zaman ilgi bende olsun istemek, sıkıyor bir zamandan sonra insanı. Düşlere, düşüşlere ve düşünüşlere elbetteki saygım var.
Hani, tamam normal bi insan değilim bunu da kabul ediyorum. Ama biri beni sevecek ya da ben birini seveceğim diye basitleşmemeyi tercih ediyorum. Değişim kötü bir alışkanlıktır. İnsanı olduğu gibi kabul etmek gerekir. Kendimi bildim bileli, standarttır düşüncelerim. Geniş bi alana, hayal gücüne ve amaca sahip değilim. Halimi seviyorum, benim halimden sen rahatsız oluyorsan, o senin problemin.Benimle alakan olamaz, sevgilerimi sunuyorum.

Aslında, daha kapsamlı ve adam akıllı bi şekilde yazmak gerekirdi bu yazıyı da, neyse üşendim. İşime de gelmiyor şimdi, kendimle ilgili aktarabileceğim pek bir şey yok. Canım sıkıldığı için, uydurma saçmalıklar yazıyorum. Duygular aptalcadır ve terk edilmelidir ' varyasyonunu zihinsel olarak kabul ettiğim için, içimde biriken kan pıhtılarını az biraz da olsa yazarak akıttığım için, bir tek bu konuda mantıklı düşünebiliyorum. -Ki, görüldüğü üzere bunda da pek bir becerim olmadığı ortada.

Neyi nasıl düşünmem gerektiğini karıştırıyorum şu sıralar. Ama kızmalarım ve kırmalarım verdiğim değerler yüzünden. Bunu beni tam anlamıyla tanıyan iki-üç kişi ancak anlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder