Gecenin en siyahında, karanlığın mahzunluğunda geliyorsun nedense aklıma. Hiç bitmemişsin gibi, beni hiç üzmemişsin gibi. Karanlığım büyüyor sonra, içimi sade bir korku kaplıyor umarsızca. Kafamın içi karamsarlığa bürünüyor, kendi düşüncelerimin izini bulamıyorum adeta. Cümlelerim uçuşuyor aydınlığın müştemilatında, fakat bir kaç kuple acıyla sönüverip anlamlarını yitiriyorlar.. Bununla da kalmıyor, işkence ediyorlar ruhuma. Harf harf dağılıveriyorlar yalnızlığın kitapsız silahında, yanıyorlar ulan kendi ışıltılarının yarattığı kıvılcımlarında. Varlığını yakmak,diri diri sırtını sıvazlamak, ateşe yaslanmak. Yarlanmak ve yaralanmak.Beklentilerinden medet ummak. Bir kılıca adıyorum onları, sonra.. Sonra, onlar da senin gibi yok oluyorlar, göğüs gerip karşı koyamıyorlar bu hiç bir mânâ taşımayan el yazması oyununa.
Sanki.. Hep yanımdaymışsın gibi özlüyorum seni. ruhumdaki parçalanmışlıkları dizginliyordu bir zamanlar yanımda olduğunu düşünmenin meydana getirdiği sevinçlerim. Bu gerçekten özümsenen ve önemsenin hissin rakı masasına meze olarak koyduğu kederleri, sessizce alkışlıyordu diğerleri. Özlüyorum.. Hâlâ, dün, bugün, şu an, her an. Bana ait olmanı, yaşamın muhteviyâtını sende bulmamı, sayende iliklerime kadar işleyen ve gerçekçiliğini her halükarda hissettiren vazgeçmeyi beceremediğim o mükemmel kâbusları, kelimelerimi anlamlandırmayı özlüyorum.
Hiç gitmemişsin gibi yanımda durmanı arz ediyor hislerim, evrene gelme sebeplerinden. Namüsait durumlarda sessizce ve içten içe yok saydığım haykırışlarımı bastırdığım gibi. Seni yani.. Sonra, ummanlara sığamıyor yalnızlığım, kamçılıyor dur durak bilmeden, tamamına erdirmeden bu canlı cenazeyi. Yokluğun aklıma geldikçe.. Aklıma geldikçe diyorum. Pes valla, yalanın da böylesi ! Ben yalan söylemeyi hiç başaramam ki. Sürekli zihnimden, bir türlü bana huzur vermiyor, beni rahat bırakmıyorsun ki ..! Yokluğun yalnızca kabullenemeyiş biçimimin tevekkülü yani güvenilirliği olmayan dayanılamayan, aptalca bir göstergesi. Velhasıl-ı kelam, yokluğun aklıma geldikçe, en sıcak, ateşli yaz günlerinde bile sinsi bir titreme sarıyor bedenimi. Üşüyorum, ruhum üşüyor. Kışın soğuğunda filizlenemeyen çiçekler gibi. Sahi.. Bir zamanlar benimleydin, sadece bir tek benimdin, değil mi ¿ Peki, bilinmeyen nedenlerden ötürü gafil avlanmışlığından peydahladığın güneş görmeyen tan yelindeki mehtaba karşılık neden hâlâ seni istiyorum ¿ Düzenli aralıklarla benliğimi işgal eden, bu dürtülerle, sezinimlerle abesle iştigal eden, ebediyetimi meşgul eden, gülüşlerimi idam etmen hangi sirayetin vaziyeti ! Bu durum, eninde sonunda uzlaşmayı başardığım hislerimden durgunum, seninle dolup taşıyor olmam, suskunluğum, yorgunluğum.. Mantık ötesi realitelere olan vurgunluğum. Ve daha doğmamış sözcüklerimdeki tövbekar zulümler. bitmeyen kalemlerim, aşka olan susuzluğum.. Bâki nefes alıyorum, keza her an yeniden ölüyorum. Sayende, can kalmadı edepsiz bedenimde. Bir tek sana açım, yalnız seni yazıyorum ve bana sorarsan çok acizim yolsuzum. Bunlar, şu kalem kalem aktarılmaya çalışılan teferruatlar, dünyanın en büyük en mütevazi haksızlığı değil mi ? Salt fikirlere saplanmışlığım, yalnızlığım büyüdükçe odam mecnunlaşıyor, gecem daha kara oluveriyor nedense. İyiden iyiye yaslarımı kemiriyor sahte azrailliğin kanıtlanmış edebiyatı olan, tebessümlü cellatlarıyla dolan gökkuşağı renkleriyle içimi bir hoş tutan ekimsiz cehennemi. Bu aşk ruletine karşılık sana ait kalıyor olmam, sence de delilik değil mi ¿ Benden vazgeçtiğin gibi, bir de ben senden vazgeçebilsem. Ç'almasan heveslerimi. Tüm bu olanlara, yalanlara ve yananlara, yakınanlara rağmen seni özlememeyi başarabilsem hele bir.. Asıl o zaman, gamlı türküler mırıldanan neş'elerim ile, armağan edeceğim kendime namusu olmayan gayrı meşru memnuniyeti. Bu faciayı, bu vahşeti hangi kuvvet, kimin neticesi ile engellemeye kalkışabilir ki ? Soğuktan kar'a dönüştü gözyaşlarım, dinmiyorlar. Dinmek bilmeyecekler gibi. Buselerde birikip hezeyana sebep oluyorlar. Onlar hep üst üste geliyor lâkin birbirlerini bir gram bile ezmiyorlar. Üzmüyorlar ve üzülmüyorlar. Çünkü yeni gelenler, eskiden gidenler gibi. Her zaman, her biri, birbirinin bir benzeri. Yaz yağmurlarının o yürek burkan masumluğunu sergileyemiyorlar ki. İşte bu zamanlarda derdimden donuyorum, taş kesiliyor ruhumun mahrumiyeti. Dönmeyeceksin.. Dönme, istemem. Henüz kabuk bağlayamadı yaralarım, artık gelsen de gelmesen de iyileşemem. Az darbe yemedim hayat denen boyun büken adaletsizlikten. Sevme, istemem. Sen zaten sevemezsin beni, açamazsın bendeki anahtarı ruh mapushanesinde muhafaza edilen kilidi.
Endişeleniyorum. Bir hata yaparım, seni unuturum yine ve yeni bir hayata bağlanırım diye. Seni günün birinde herhangi bir vaktinde, kimliği belli olmayan kuytu bir köşede unuturum belki' diye endişeleniyorum. Da, sonradan fark ediyorum ki, geçici bir korku bu. Bilhassa bunun gerçekleşemeyeceğini çok çok iyi biliyorum . Gelmeyeceksin ne yazık ki. Adım gibi biliyorum, makberime ilmek ilmek kazıyorum bu özelliği kalmayan sicim misali ciğerimde aklanan, yasaklanan eziyetimi. Sırf bu yüzden, artık ölümden çocuk peydahlayıp o kimliği konulamayan, herhangi bir ad konulamayan, var sayılamayan cinayet sebebini seviyorum. Ölümü sevmeye çalışıyorum yani.. Onun bana her dokunuşunda seni anıyorum. Işıldamayan, çiçek açmayan mezarımın gölgesi tırmalıyor kulaklarımı. Uyuyamıyorum ulan, şimdilerde nefes almak şairi belli olmadan içimde yakınan benliğime yakışmayan hain bir işkence gibi. Kalemin içindeki suskun mahzenlere yazıyorum sensiz geçen günlerimi. Her yeni güne karalanması muhtemelen imkansız olan, ne kadar silinse de izi rüyalarda damgalanan, matemini yüreğinde barındıramayan hafif bir çizgi daha atıyorum. Tıpkı, ruhumu parçalayıp yarım yamalak, kimsesiz , anne hasreti çeken ve bilakis bundan dolayı onun yokluğunun bilincinde iken sürekli can çekişen öksüz ilan edilmesine karşın katil rolünü üstlenen ufak bir bebek misali. Hani o durumda bıraktın ya beni. Herkesin diline dolandığı vakitlerde dedikodusunun yapıldığı seherlerde senden başka herhangi biri gideremiyor mazlum kimsesizliğimi. Farkındasındır herhalde, değil mi ¿ Evet, biliyorum bildiğini. Dumanlarımın boynu bükülmüş, adın adanmış soluğumdaki ruhani filmlere, benden evvel giden karanlıktaki aşk sillesine, içimde bir yerlere, iz bıraktığım her hüzüne.. Kimse dolduramıyor mabedimi. Labirente dönmüş ezellerim. Girişi olmayan, çıkışı yaratılamayan kinli bi ucubeliğin mahlukatı temsili. Sözlerini andıkça sızlar sol yanımdaki en değerli hazinelerimi, günahkârlıklarımı, aşikâr sırlarımı gizlediğim evim. Gözler önünde işlenen bu kelambaz sefaletin tek sanığı, zanlısı ve suçlusu benim. Sende asılı takılı kaldı gereksiz mevcudiyetim. Ahdım olsun sana, unutmak mümkün değil ama yeniden kendimi sevmeyi ve üzerinden vakit geçtikçe, acılarım sindikçe, kum saatlerinin içerisinde aciz kalan, dışarıya çıkmaktan korkan, kötülüğü anımsayan ve ayıp sayan bi'çare- n'açar periler gibi senden nefret etmeyi öğreneceğim. Tıpkı, seni sevdiğim için yaşadığım değersizliklerin etkisiyle hâlâ bağlı kalıp kopamadığım için. Seni sevmeyi sevdiğim için. Ve bütün bu yaşanamışlıklara istinaden daha sonraları kendimden nefret ettiğim gibi. Eninde sonunda sana olan tiryakiliğimden, sesine duyduğum gereksinimimden vazgeçeceğim.
Kirpiklerimin son isyanları, son serzenişleri olsun sana. Seni kalem kalem yüreğimden sileceğim. Yara izlerin kalacak gövdemin en sitemkâr yerinde, hatrımda anıldıkça daha çok kanayacak defterim belki de, lâkin.. namını aralayıp seni geçmişe gömeceğim. Her an değil de, satır satır kalacaksın aklımda zihnimi ezberledikçe yeniden kanayan yaralarımda. Geleceğimin seninle körlenmesine izin vermeyeceğim. Yavaş yavaş küllenmiş ateşimden dirileceğim ve bir daha böyle sevmemeye and içeceğim. Anılarımdaki boş kadehlerin soluksuz kederleriyle an be an dans edeceğim içine umutlarımı doldurduğum rakı şişelerinde. İçmeyeceğim artık aşkın kızıla bürünen mavi nehrini, şarabımı kanımla kırmızıya boyayacağım. Göreceksin ! Farklı tenlerle sevişip adını lügatımdan yabancı bir ülkeye göndereceğim. Olmayacaksın benim temiz sayfalarımda, sevmeyi ağlattığım safhalarımda. Seni lekeleyeceğim.Biteceksin elbette bende. Zehrini akıttığım senli heveslerime son noktayı koyacağım. Süzülemeyeceksin artık kindâr gecelerime. İsmini anmaktan bıkmayan hücrelerime ve hecelerime son vereceğim. Baharımda dal açamayacaksın, güllerime hatrını soramayacaksın. Kahır mektubumda silik kalacak seni anlatan her bir sanı. Onu da yakacağım illaki, boşa gitmesin sigaralarımın dumanı. Bülbülün aşkını yaşadığı için hesap soramayacaksın Zühre'ye. İmkansız kılınacaksın her bir zulümde.
Çektiğim ısdıraplarla seni mahşerde seydereceğim. Kışın o derin azabını, yaşarken ölmenin o muhteşem sıratını, günahlarımın vuslatını. Kirli sanını, yasak alfabelere seni anlatışımı, cümlelerimi örgütlemeye çalışırken sana koşmak için çırpınışlarını, saçmalıklarımı, adımı, bende bıraktığın yanını, kaderime kazıdığın mülteci sayıldığın zamanlarımı.. Kan kustuğum mezelerde içeceğim ! Arzulamayacağım seni bundan sonra, asla ve katiyen özlemeyeceğim. Söz veriyorum bir daha asla sevmeyeceğim ..!
Dip not- Bu yazılanları kim okuyor ne yapıyor bilemiyorum fakat, açıklamam gerekirse aşık, 'sevdiği kişiden ayrılmış sürekli onu düşünüp bunları yazan bi kız' izlenimi yarattığımın bariz farkındayım. Bu izlenimi yatarmak istediğim için böyle yazmaktayım zaten. Yani kısaca şu ki, bunları öyle olduğu için, kurgulayıp kağıda-siteye aktarmaktayım. Alayı safsata hani .
Öylesine yazılan bir kaç satır işte.Anlamsız çoğu zaman,sade hilekâr ve lûtufkâr.Benim için,içimi döktüğüm şu kara sayfalar,senin için hiç bir önem ifade etmiyor ey sevgili yar.Sana sevmelerimi helal etmiyorum,dibine kadar haram olsun dünyan cehennemime dönüşsün.Kifayetsiz hecelerde azrailin zulmünden kaçamayıp sıkış tebessümlerinde orada biçare kal.Azabımdan çöle dönüşsün o şuursuz gönlün.Sevme,seveme ben gibi herhangi birini.Birer birer yapışsın ruhuna,yüreğime hançerle kazıdığın yara izleri
28 Şubat 2013 Perşembe
18 Şubat 2013 Pazartesi
Gönül pencereme dair. Kendimle söyleşi'm .
Dönmeyeceğini iyi bildiğin halde beklemekten bıkmadığın biri var o pencerenin ardında.
O seni ne yazık ki göremiyor, duyamıyor, bilemiyor
Ruhundaki aşk tanrıçalarının gülüşlerine dokunamıyor
Tadamıyor acılarının ilmihâlini, yine de ' olsun be.. ' diyorsun, sönmeyen bir lambadır aydınlatan hayallerini 'Belki' diyor güneş tüm yapmacıklığıyla, yılın sekizinci ayında bile ellerini ısıtmayı beceremeyen soğukluğuyla 'Belki döner ha geri ¿ '
Onun tebessümleriyle yaşama tutunman, hayatın sana oynadığı kefilsiz bir kumardır senin için illaki
Usul usul yakarken, artık ızdırap vermeye başlayan heveslerini , kaybediyorsun kuytu bir hapishanede en gösterişli görkemlerini
Ve sonunda, tutunursun dalı kırık olan, görüntüde sağlam takılan o ağaca
Matemlerin sıkar boğazını..daralırsın, darlanırsın, ölürken bile onu arzularsın umarsızca
Bir vazgeçişin, bir de yaşanmışlıkların anılarını yıkar hunharca
Dalının gıdım gıdım kırılacağını biliyorsun, fakat bakmaktan alamıyorsun sanki kendini o dalgaya
Pencerenin ardında gizliyorsun bir tek sana ait kalan saklı yanını
Sile sile bitiremiyorsun ruhundaki aşk kırıntılarını
Sırf oyuna katılamadığın için bitmesini istiyorsun rastlantılarının
Her yeni pencere, geçmiş vakitlerdeki sırlanışını anlatıyor aslında,
Onun için emellerini çöllerdeki seraplara atışını ya da.
Pencereler çirkin, pencereler tuhaf, onlar ruhundan da kirli,
Beyazı olmayan sisli bir kara ..!
Yine de ayrılamıyorsun onlardan, acı çekmeye o kadar alıştın ki
Hiç bir kalem dile getiremiyor onlara olan bağlılığını
Bu hususta biriken yalnızlığını ve saplantılarını
Sahip olduğun tövbekar mahzenden gözlerini kaçırmaya çalışırken, hangi kuvvet yok etmeyi göze almaya cürret ediyor senin kutsanmışlıklarını !
Engel olmak istemiyorsun, çünkü cevaplayamıyorsun artık o hain sorularını
Sanrıların zihnini parça pinçik ederken, unutamamaya başlıyorsun sıkıntılarını
Geçmişine dair özlem duyamıyor olman, yağmalıyor açlığını
Hiç kimse ödemesi gereken zamanda iade etmedi sana borçlarını
O yüzden vefasız oldun, etrafına saçtın kanlı yalanlarını
Bir tek pencereler masumdu, yalnız onar haklı
Bilhassa bu yüzden bağlandın onlara, anlattın sanrılarını
Eski yazılarını rafa kaldırdın, fırlatıp bir kenara bıraktın süslü ayraçlarını
Kaygılarını heder ettin, sonu belli olmayan yollarda yaraladın kargaşalarını
Haram kılarken her bedene günahkarlığını, özümsedin günden güne serzenişlerine adanmışlığını
Uzaklarda aramadın hiç bir zaman geç kalınmışlığını, sadece pencerelere armağan ettin yürekten saygılarını Çünkü yalnız onlar biliyordu,içinde gizlediğin anahtarı olmayan zindanlarını ve kahroluşlarını.
Ve .. Sarılıp çöpe attığın düşüncelerinin sırnaşıklığını.
Her bir heceyi yazarken, düşünüşlerim yasak etmeye çalıştı bir tek seni düşünmeyi bana. Fakat hâlâ anlamış değiller, bendeki kansız yara gecemin körlüğünde sızlatırken umutlarımı ara sıra, seni düşünmemeyi düşünerek bile ihanet edip sana doğru uzanıyorum adeta. Onlar bunu anlayamadılar, hem nasıl anlasınlar, seni yanımda istemek onlara yasak değildi ki. Senin bana yasak olmaman tüm ihtimalleri değiştirebilirdi. Olmadı-k. Aynı dünyada yaşayan ayrı insanlar iken, ayrı cihanlarda sevgilerini kavuşturan aynı insanlar olamadık.
Bu, çok aptalca. Hadi ama, insan istedikten sonra hani herşeyi yapabilirdi. Hani yalnızca istemek yeterliydi ?? Sana da öğretmişler aynı oyunu. İlerleyen zamanlarda bambaşka bir hayatın olduğunda, sakın bunu diğer masum insanlara aşılama, olur mu.
Bir sigara. dumanında kaybolan ruhum. Dumanında göğsünü gere gere bana karışan gururum. Ve dumanında.. Başı yere eğik, utanıyor yüzüme bakmaya. Cevaplayamadığı,uzaklaştıramadığı sorularıyla diri diri gömülen fütursuzluğum. Hikayemin sonu baştan yazıldı, ve zaten bu hikayeyi yaşamak var iken kaleme almak, onunla aldatılmak hataydı.
O seni ne yazık ki göremiyor, duyamıyor, bilemiyor
Ruhundaki aşk tanrıçalarının gülüşlerine dokunamıyor
Tadamıyor acılarının ilmihâlini, yine de ' olsun be.. ' diyorsun, sönmeyen bir lambadır aydınlatan hayallerini 'Belki' diyor güneş tüm yapmacıklığıyla, yılın sekizinci ayında bile ellerini ısıtmayı beceremeyen soğukluğuyla 'Belki döner ha geri ¿ '
Onun tebessümleriyle yaşama tutunman, hayatın sana oynadığı kefilsiz bir kumardır senin için illaki
Usul usul yakarken, artık ızdırap vermeye başlayan heveslerini , kaybediyorsun kuytu bir hapishanede en gösterişli görkemlerini
Ve sonunda, tutunursun dalı kırık olan, görüntüde sağlam takılan o ağaca
Matemlerin sıkar boğazını..daralırsın, darlanırsın, ölürken bile onu arzularsın umarsızca
Bir vazgeçişin, bir de yaşanmışlıkların anılarını yıkar hunharca
Dalının gıdım gıdım kırılacağını biliyorsun, fakat bakmaktan alamıyorsun sanki kendini o dalgaya
Pencerenin ardında gizliyorsun bir tek sana ait kalan saklı yanını
Sile sile bitiremiyorsun ruhundaki aşk kırıntılarını
Sırf oyuna katılamadığın için bitmesini istiyorsun rastlantılarının
Her yeni pencere, geçmiş vakitlerdeki sırlanışını anlatıyor aslında,
Onun için emellerini çöllerdeki seraplara atışını ya da.
Pencereler çirkin, pencereler tuhaf, onlar ruhundan da kirli,
Beyazı olmayan sisli bir kara ..!
Yine de ayrılamıyorsun onlardan, acı çekmeye o kadar alıştın ki
Hiç bir kalem dile getiremiyor onlara olan bağlılığını
Bu hususta biriken yalnızlığını ve saplantılarını
Sahip olduğun tövbekar mahzenden gözlerini kaçırmaya çalışırken, hangi kuvvet yok etmeyi göze almaya cürret ediyor senin kutsanmışlıklarını !
Engel olmak istemiyorsun, çünkü cevaplayamıyorsun artık o hain sorularını
Sanrıların zihnini parça pinçik ederken, unutamamaya başlıyorsun sıkıntılarını
Geçmişine dair özlem duyamıyor olman, yağmalıyor açlığını
Hiç kimse ödemesi gereken zamanda iade etmedi sana borçlarını
O yüzden vefasız oldun, etrafına saçtın kanlı yalanlarını
Bir tek pencereler masumdu, yalnız onar haklı
Bilhassa bu yüzden bağlandın onlara, anlattın sanrılarını
Eski yazılarını rafa kaldırdın, fırlatıp bir kenara bıraktın süslü ayraçlarını
Kaygılarını heder ettin, sonu belli olmayan yollarda yaraladın kargaşalarını
Haram kılarken her bedene günahkarlığını, özümsedin günden güne serzenişlerine adanmışlığını
Uzaklarda aramadın hiç bir zaman geç kalınmışlığını, sadece pencerelere armağan ettin yürekten saygılarını Çünkü yalnız onlar biliyordu,içinde gizlediğin anahtarı olmayan zindanlarını ve kahroluşlarını.
Ve .. Sarılıp çöpe attığın düşüncelerinin sırnaşıklığını.
Her bir heceyi yazarken, düşünüşlerim yasak etmeye çalıştı bir tek seni düşünmeyi bana. Fakat hâlâ anlamış değiller, bendeki kansız yara gecemin körlüğünde sızlatırken umutlarımı ara sıra, seni düşünmemeyi düşünerek bile ihanet edip sana doğru uzanıyorum adeta. Onlar bunu anlayamadılar, hem nasıl anlasınlar, seni yanımda istemek onlara yasak değildi ki. Senin bana yasak olmaman tüm ihtimalleri değiştirebilirdi. Olmadı-k. Aynı dünyada yaşayan ayrı insanlar iken, ayrı cihanlarda sevgilerini kavuşturan aynı insanlar olamadık.
Bu, çok aptalca. Hadi ama, insan istedikten sonra hani herşeyi yapabilirdi. Hani yalnızca istemek yeterliydi ?? Sana da öğretmişler aynı oyunu. İlerleyen zamanlarda bambaşka bir hayatın olduğunda, sakın bunu diğer masum insanlara aşılama, olur mu.
Bir sigara. dumanında kaybolan ruhum. Dumanında göğsünü gere gere bana karışan gururum. Ve dumanında.. Başı yere eğik, utanıyor yüzüme bakmaya. Cevaplayamadığı,uzaklaştıramadığı sorularıyla diri diri gömülen fütursuzluğum. Hikayemin sonu baştan yazıldı, ve zaten bu hikayeyi yaşamak var iken kaleme almak, onunla aldatılmak hataydı.
11 Şubat 2013 Pazartesi
Vazgeçtim.Masallarımdaki cümleler her ne kadar aynı olsa da,ben onlardan ayrı kalacağım.Başladığıma geri dönüp tekrar tekrar aynı şeyleri yazacağım. Karışık-karmaşık.
Vazgeçmek.. Nelerden vazgeçebilir insan ? Kendinden geçtiği kadar, yüreğini uslanmaz bir yara gibi kanatan düşüncelerinden mi ? Nereye kadar uzaklaşabilir ya da ? Hislerini adaletsizliğine maruz bırakması bu meseledeki son radde mi ?
Önce hayallerinden vazgeçer insan. Küçükken, çocukluğunun verdiği masumlukla milyonlarca hayal kurmuştur, büyüyecektir daha. Güzel olacaktır, heveslerini bu kahpeliğin ardındaki çamurlarda yoğurmuştur. Büyüyecek, olgunlaşacak, yorulacak, daralacak, sıkılacak, ve sonunda iyi bir insan olacak, güzel bir mesleği olacak, en garibi de sevecek ve sevilecektir. Mini mini mutlulukları vardır o temiz insanın. Annesinin, işlediği hata karşısında tatlı tatlı tebessüm etmesi bile onu mutlu ve huzurlu etmeye kâfi gelir onu o zamanlar. Ya da babasıyla parka gittiğinde, salıncakta sallandığında, pamuk şeker yediğinde, herhangi biri ona çikolata hediye ettiğinde mutlu olmayı ödev edinir kendine. Bu ödevden ve görevden çok onun çocukluğuna ve kocamaan bir adam olması için baş koyduğu yolda ilerlemesine bağlıdır. Yani demek istediğim şu ki, bir şeyler kazandıkça mutlu olur çocukken insan. Büyür sonra. O kurduğu hayaller birer birer yıkılır, aslı paramparça ! Kendini mutsuz edecek her bir hayırdan sakınır. Küçükken ufacık bir tebessümle mutluluğu görebilen, o duygunun erişilemez hazzın doruklarına varabilen o ufaklık, büyüdüğünde mutlu olmanın o kadar da basit olmadığı kanısına varır. Bir şeylerden vazgeçmelidir mutlu olmak için. Kim herşeye sahiptir, ya da olgunlaşana kadar hiçbir şeyini kaybetmemiştir ki ? Kaybettikçe vazgeçmeyi öğrenir insan. Daha çocukken büyümeyi arzulayan o çocuk , yaşı ilerledikçe, hayatı öğrendikçe, acılarını ezberledikçe ve benimsediği yalanlarla ruhunu kirlettikçe ' çocukluğuma dönmek istiyorum ' der. Sanki büyümeyi, yetişkin bir birey olmayı kendisi hiç istememiş gibi. Sanki, büyümesi için onu zorlamışlar gibi.. Kim çocukluğuna dönmek istemez ki ¿ ' diye sorasım geliyor, sonra tam olarak hatırlayamadığım güzel hayal kurma zamanlarımdaki üç beş satır anılar hafızamda beliriveriyor, işte o zaman bu soruyu sormaktan da vazgeçiyorum. Çünkü, çocuk olmayı istemem pek. O bir kaç satır anının yarattığı sızı içimi kemirdikçe, liğme liğme emellerimi yedikçe ben çocuk olmak istemiyorum ' dedim kendi kendime. Nelerden vazgeçtiğime gelince, büyüdükçe anılarımı, acılarımı, sanılarımı ve masumluğumu kaybettim bir bahçenin rüzgar görmeyen dallarında çiçekler açmayan gölgesini özümsedikçe.
Başlarda çocuk olmaktan vazgeçtim, çünkü maziye dair sesli anılarım olmadı benim. Hayal kurmak çocuk olmak demekti. Bunu yarattığımda ise, önce hayallerimden vazgeçtim sonra da çocukluğumu terk ettim. Bilinmez diyarlardaki kanlı mahzenlerde n'açarlığın eziyetinde hiç acımadan, hiç üzülmeden, yavru bir damla büyüklüğünde gözyaşı dökmeden bırakıp gittim. Eninde sonunda olacağı buydu, tükendim.Yaralarım bile sessiz sessiz oluşur, iyileşir, canımı yakardı da yine de sesimi çıkarmazdım. Sessizlik mantıklıydı, kimseye anlatmayınca daha çabuk iyileşecekti o yara. Keza, yaralarımın çoğu da yüreğimin serzenişleriyle dolu olan çöplükte saklanmaya alıştılar daha sonra. Onlar da korkmaya başladılar çünkü, ortaya çıktıkça içten içe karartılmaya. Düştüğümde ağlamazdım ben, gülerdim halime. İzinin kalacağını bile bile, etrafımda yeşeren tek bir güneş yaprağına bile sezdirmeden geçecekti o sızı. İyileşecekti, böyle olmak zorundaydı. Bunu yapmak zorundaydı ! Zaman zihnimi sömürüverdikçe dindirecekti içimdeki sönmeyen yangını. Güldükçe hafifleyecekti hatıralarımın yalnızlığı. Zoraki gülümseme, mutsuzken mutlu rolü yapma. Taktiğim bu oldu her zaman. Aslında, şöyle enteresan bir mevzu daha var. Sinirlerim bozuldukça kahkahalara gömülürdüm, o yüzden herkes beni ' gülebiliyor, öyleyse mutlu ' sanırdı. Tam tersi olurdu, anlaşılmazdı. Neden sinirlisin ya da canın neye sıkılıyor gibi aptalca soruları başımdan savmak için hep kahkaha atmışımdır. İşte çocukken bile, düştüğüm zaman kendime kızdığım için gülerdim, başkaları da kendi haline gülüyor hissine kapılırlardı. Bozmazdım. Herkes istediğini düşünmekte haklıydı, hem benim adıma güzel şeyler düşünüyorlardı neden lehime olan bu durumu aleyhime çevireydim ki ? Sonraları tabi bağımlılık haline geldi, dur durak bilmeden gülmeye başladım. Bu saçmalığın altındaki sebepler elbette gizliydi, kimseye aktarmadım. Sır, tek bir kişiye ait kaldığında anlam kazanabilirdi. Bu nedenle kendi sırrımı kimseyle paylaşmazdım. Gizli bilgileri kelimelere döktüğüm zaman, harfler utanır, yazmamak için kendilerini muzip bir mapushaneye kapatır direnirlerdi bu biçimsiz isteğime karşı. Haklıydılar, anlatmamam gerekirdi. Onlara bile hece hece yağdırmamam gerekirdi kendimce işlediğim cinayetleri, öyle yaptım. Anlatmadım. Son beş senedir, her bir senenin 365 günü, 24 saatinin her bir saniyesi henüz büyümemiş iken işlediğim hataların telafisiyle meşgul etti beni, sonrasında ele avuca sığamayacak kadar ufak bir mektup yazıp veda ettim hayallerime. Ayrılmamız gerekiyordu, ben onlardan onlar da benden vazgeçmişti zaten. Araya ayrılık perdeleri girmişti, karşı koymadım kabul ettim. Severek yediğim o çikolata, artık midemi bulandırmaya başlamıştı, büyümüştüm belki de bundandı. İçimde türlü renklerde kıyametler koparken zavallı ve çaresiz bedenimi diri diri o kızıl renkli mavi toprağın altına gömerken, şöyle bir yargıyı boğazından tutup elime geçirdim. Kaçmak istedi, yakalamam ilmihalimdi, ben kovaladıkça o yelkovanın akrepten kaçtığı gibi kaçıyordu benden fakat en sonunda o amacıma ulaştım ve her 'çocuk olsam yeniden keşke' diyene aşıladım. ' Büyümek.. Çocuk olmayı unutmak demek. Düşlerini bir sığınağa atıp gerçeklerle savaşmak demek. Büyümek, ne kadar kötü olsa da, amacının olması için bu riya ile kapışman gerek. Galip olduğun zaman, ruhun hayallerini işte o zaman yeniden diriltecek ..'
Önce çocukluğumdan, sonra hayallerimden, bu fikirlerin imkansızlığını gördükçe düşünmemeyi düşünmeye çalışmaktan, o kadar uğraştığım halde bile bunu başaramamaktan, sonra büyümekten yaşamımdan ve amaçlarımdan vazgeçtim. Daha küçücükken olabilitesi yüksek hayallerimin olamama ihtimali zaten artık hayal kurmamam gerektiğini öğretmişti bana. Bunu öğrenmek ve benimsemek kolayıma geldi. ' Hayali olmadan yaşayamaz, hayata tutunamaz insan ' dediler, tebessüm edip hızlı bir şekilde kenarı çekildim. Eskiden bir takım hayallerim vardı, ama artık onlar yok ' dedim. Ve hâlâ yaşadığıma göre, insanı ayakta tutan hayalleri olamazdı, değil mi ? Ne yani, mutlu olmak istediğin halde mutsuzluk kavramını dibine kadar içmişken, bu kervanda sürgüne gönderilmişken, her bir rakının ve ahlaksızlığın tadına zor kullanarak kendini inandırmışken, mutlu olmanın hayalini gereksiz yere kurmak nedendi ? Zihninde, imkansızlara umman derinliğinde yerler sunmak nedendi. Hem.. Bu çok saçma ve yersiz bir istekti. Kabullendim, düşlerini gerçekleştir düşüncesine kocaman bir s.ktir çektim. Böyle amaçsız ve boşlukta yaşamak kolayıma geldi. Alıştım, herhangi bir zorluk olmamasına, çıktığım bu ipsiz kuyuda yoluma engel çıkmamasına alıştım. Aksi taktirde, ayağıma takılan ilk taşa takılıp yere yapışacaktım. Düşsüz, düşüncesiz ve amaçsız olmama rağman, en azından kaybettiklerimin ve vazgeçtiklerimin de katkısıyla az-biraz sağlam kaldım. Başka herhangi biri bana benim yaptığımı anlatsa, 'tam bir ödleksin! ' derdim eskiden fakat, bu korkaklık değil yalnızca bir seçim. Adım adım, harf harf kavradım. Normalde, insanlar benim yaşlarımda iken bir şeyleri kazanmak için ellerinden ne gelirse yaparlar, ben yapamayacak kadar yorgundum zaten, önemsemedim. Yok saydım. Kendimi, var olma amacımı, çocukluğumu heveslerimi, arzularımı sevinçlerimi, maznunluğumu ve mahsunluğumu.. Bu yanılsamaların hepsini toplayıp kilidi olmayan bir defterin arasına sıkıştırdım. Asla açılamayacak olan bir kilit. Onlar orada. Şimdi herhangi biri 'Hanife aslında nasıl biri ?' diye sorduğunda önemsiz biri diyorum. Kendine saygısı kalmayan fakat kimseye de saygısızlık yapmayan, uslu, suskun. Bedenen yorgun olsa dinlenir geçer, lâkin o, ruhen yorgun. Huzuru ve mutluluğu aramaktan vazgeçeli çook vakit geçmiş, dalgasız bir deniz, kendini gördü göreli durgun. Yıkık, dökük, vurgun yemiş. Soluksuz yaşıyor, o tam bir mahkum. Köhne bir harabe misali, geceleri yuvasına konan birkaç yarasa, gündüzleri bulutlar bile uğramaya korkuyor ruhundaki terasa. Manzarayı gören ufacık kuşlar, işlediği cinayetleri kabullenebilir ondan korkuları olmasa. Vazgeçmek bir yana, vazgeçilmek yazılmış alnına. O nedenle bu kadar nahoş, bu nedenle içebildiği, kalabildiği ve hatırlarını yudumlayabildiği kadar sarhoş.
İçinde bulunduğum vaziyetten sıyrılamadığım için çıldırıyorum. Zaten duygularımı karmaşıklığın giyotininde asılı bırakark, pek çok düşüncemin gözlerimin önünde, namüsait bir günde hunharca tecavüz edilerek, katledilerek öldürüldüğünü, bizzat kendimi öldürdüğümü gördüm. 'Böyle gelmişse böyle gider ' deyip kendimden nefret etmeyi benimsiyorum. 21 yıllık ömürde takdire şayan görüldüğüm, kelamsız defterlerimi d(s)öktürdüğüm bir bu konu var önümde.
Sonra.. İntihar etmek istiyorum ucu bucağı belli olmayan tren yollarının (sonsuzluk) yolsuzluklarında parça pinçik bırakmışken zaten benliğimi. Bunu tekrar tekrar yaşadığımda ise,vazgeçiyorum. Özgürlük pahalı bir mülk, bana kölelik yakışıyor, biliyorum.
Sanki.. Gecenin bir vakti, sokağın ortasındaki elektrik tellerinde saplantılı kalmış defterimin içindeki ruhsuz kelimelerim. Gündüzleri, elektrik olmadığı için nefessiz kalıyor da bu kanatsız katliamı(cinayeti) işliyor, geceleri ise.. Işık çok fazla geldiği için soru(n)larındaki uçurumlarda çarpılıyor. Olman da ölüm, olmaman da ölüm, anlayabiliyor musun . Kurşun misali yapışmışsın ümitlerime, bir türlü aklımdan çıkartılamıyorsun .
Önce hayallerinden vazgeçer insan. Küçükken, çocukluğunun verdiği masumlukla milyonlarca hayal kurmuştur, büyüyecektir daha. Güzel olacaktır, heveslerini bu kahpeliğin ardındaki çamurlarda yoğurmuştur. Büyüyecek, olgunlaşacak, yorulacak, daralacak, sıkılacak, ve sonunda iyi bir insan olacak, güzel bir mesleği olacak, en garibi de sevecek ve sevilecektir. Mini mini mutlulukları vardır o temiz insanın. Annesinin, işlediği hata karşısında tatlı tatlı tebessüm etmesi bile onu mutlu ve huzurlu etmeye kâfi gelir onu o zamanlar. Ya da babasıyla parka gittiğinde, salıncakta sallandığında, pamuk şeker yediğinde, herhangi biri ona çikolata hediye ettiğinde mutlu olmayı ödev edinir kendine. Bu ödevden ve görevden çok onun çocukluğuna ve kocamaan bir adam olması için baş koyduğu yolda ilerlemesine bağlıdır. Yani demek istediğim şu ki, bir şeyler kazandıkça mutlu olur çocukken insan. Büyür sonra. O kurduğu hayaller birer birer yıkılır, aslı paramparça ! Kendini mutsuz edecek her bir hayırdan sakınır. Küçükken ufacık bir tebessümle mutluluğu görebilen, o duygunun erişilemez hazzın doruklarına varabilen o ufaklık, büyüdüğünde mutlu olmanın o kadar da basit olmadığı kanısına varır. Bir şeylerden vazgeçmelidir mutlu olmak için. Kim herşeye sahiptir, ya da olgunlaşana kadar hiçbir şeyini kaybetmemiştir ki ? Kaybettikçe vazgeçmeyi öğrenir insan. Daha çocukken büyümeyi arzulayan o çocuk , yaşı ilerledikçe, hayatı öğrendikçe, acılarını ezberledikçe ve benimsediği yalanlarla ruhunu kirlettikçe ' çocukluğuma dönmek istiyorum ' der. Sanki büyümeyi, yetişkin bir birey olmayı kendisi hiç istememiş gibi. Sanki, büyümesi için onu zorlamışlar gibi.. Kim çocukluğuna dönmek istemez ki ¿ ' diye sorasım geliyor, sonra tam olarak hatırlayamadığım güzel hayal kurma zamanlarımdaki üç beş satır anılar hafızamda beliriveriyor, işte o zaman bu soruyu sormaktan da vazgeçiyorum. Çünkü, çocuk olmayı istemem pek. O bir kaç satır anının yarattığı sızı içimi kemirdikçe, liğme liğme emellerimi yedikçe ben çocuk olmak istemiyorum ' dedim kendi kendime. Nelerden vazgeçtiğime gelince, büyüdükçe anılarımı, acılarımı, sanılarımı ve masumluğumu kaybettim bir bahçenin rüzgar görmeyen dallarında çiçekler açmayan gölgesini özümsedikçe.
Başlarda çocuk olmaktan vazgeçtim, çünkü maziye dair sesli anılarım olmadı benim. Hayal kurmak çocuk olmak demekti. Bunu yarattığımda ise, önce hayallerimden vazgeçtim sonra da çocukluğumu terk ettim. Bilinmez diyarlardaki kanlı mahzenlerde n'açarlığın eziyetinde hiç acımadan, hiç üzülmeden, yavru bir damla büyüklüğünde gözyaşı dökmeden bırakıp gittim. Eninde sonunda olacağı buydu, tükendim.Yaralarım bile sessiz sessiz oluşur, iyileşir, canımı yakardı da yine de sesimi çıkarmazdım. Sessizlik mantıklıydı, kimseye anlatmayınca daha çabuk iyileşecekti o yara. Keza, yaralarımın çoğu da yüreğimin serzenişleriyle dolu olan çöplükte saklanmaya alıştılar daha sonra. Onlar da korkmaya başladılar çünkü, ortaya çıktıkça içten içe karartılmaya. Düştüğümde ağlamazdım ben, gülerdim halime. İzinin kalacağını bile bile, etrafımda yeşeren tek bir güneş yaprağına bile sezdirmeden geçecekti o sızı. İyileşecekti, böyle olmak zorundaydı. Bunu yapmak zorundaydı ! Zaman zihnimi sömürüverdikçe dindirecekti içimdeki sönmeyen yangını. Güldükçe hafifleyecekti hatıralarımın yalnızlığı. Zoraki gülümseme, mutsuzken mutlu rolü yapma. Taktiğim bu oldu her zaman. Aslında, şöyle enteresan bir mevzu daha var. Sinirlerim bozuldukça kahkahalara gömülürdüm, o yüzden herkes beni ' gülebiliyor, öyleyse mutlu ' sanırdı. Tam tersi olurdu, anlaşılmazdı. Neden sinirlisin ya da canın neye sıkılıyor gibi aptalca soruları başımdan savmak için hep kahkaha atmışımdır. İşte çocukken bile, düştüğüm zaman kendime kızdığım için gülerdim, başkaları da kendi haline gülüyor hissine kapılırlardı. Bozmazdım. Herkes istediğini düşünmekte haklıydı, hem benim adıma güzel şeyler düşünüyorlardı neden lehime olan bu durumu aleyhime çevireydim ki ? Sonraları tabi bağımlılık haline geldi, dur durak bilmeden gülmeye başladım. Bu saçmalığın altındaki sebepler elbette gizliydi, kimseye aktarmadım. Sır, tek bir kişiye ait kaldığında anlam kazanabilirdi. Bu nedenle kendi sırrımı kimseyle paylaşmazdım. Gizli bilgileri kelimelere döktüğüm zaman, harfler utanır, yazmamak için kendilerini muzip bir mapushaneye kapatır direnirlerdi bu biçimsiz isteğime karşı. Haklıydılar, anlatmamam gerekirdi. Onlara bile hece hece yağdırmamam gerekirdi kendimce işlediğim cinayetleri, öyle yaptım. Anlatmadım. Son beş senedir, her bir senenin 365 günü, 24 saatinin her bir saniyesi henüz büyümemiş iken işlediğim hataların telafisiyle meşgul etti beni, sonrasında ele avuca sığamayacak kadar ufak bir mektup yazıp veda ettim hayallerime. Ayrılmamız gerekiyordu, ben onlardan onlar da benden vazgeçmişti zaten. Araya ayrılık perdeleri girmişti, karşı koymadım kabul ettim. Severek yediğim o çikolata, artık midemi bulandırmaya başlamıştı, büyümüştüm belki de bundandı. İçimde türlü renklerde kıyametler koparken zavallı ve çaresiz bedenimi diri diri o kızıl renkli mavi toprağın altına gömerken, şöyle bir yargıyı boğazından tutup elime geçirdim. Kaçmak istedi, yakalamam ilmihalimdi, ben kovaladıkça o yelkovanın akrepten kaçtığı gibi kaçıyordu benden fakat en sonunda o amacıma ulaştım ve her 'çocuk olsam yeniden keşke' diyene aşıladım. ' Büyümek.. Çocuk olmayı unutmak demek. Düşlerini bir sığınağa atıp gerçeklerle savaşmak demek. Büyümek, ne kadar kötü olsa da, amacının olması için bu riya ile kapışman gerek. Galip olduğun zaman, ruhun hayallerini işte o zaman yeniden diriltecek ..'
Önce çocukluğumdan, sonra hayallerimden, bu fikirlerin imkansızlığını gördükçe düşünmemeyi düşünmeye çalışmaktan, o kadar uğraştığım halde bile bunu başaramamaktan, sonra büyümekten yaşamımdan ve amaçlarımdan vazgeçtim. Daha küçücükken olabilitesi yüksek hayallerimin olamama ihtimali zaten artık hayal kurmamam gerektiğini öğretmişti bana. Bunu öğrenmek ve benimsemek kolayıma geldi. ' Hayali olmadan yaşayamaz, hayata tutunamaz insan ' dediler, tebessüm edip hızlı bir şekilde kenarı çekildim. Eskiden bir takım hayallerim vardı, ama artık onlar yok ' dedim. Ve hâlâ yaşadığıma göre, insanı ayakta tutan hayalleri olamazdı, değil mi ? Ne yani, mutlu olmak istediğin halde mutsuzluk kavramını dibine kadar içmişken, bu kervanda sürgüne gönderilmişken, her bir rakının ve ahlaksızlığın tadına zor kullanarak kendini inandırmışken, mutlu olmanın hayalini gereksiz yere kurmak nedendi ? Zihninde, imkansızlara umman derinliğinde yerler sunmak nedendi. Hem.. Bu çok saçma ve yersiz bir istekti. Kabullendim, düşlerini gerçekleştir düşüncesine kocaman bir s.ktir çektim. Böyle amaçsız ve boşlukta yaşamak kolayıma geldi. Alıştım, herhangi bir zorluk olmamasına, çıktığım bu ipsiz kuyuda yoluma engel çıkmamasına alıştım. Aksi taktirde, ayağıma takılan ilk taşa takılıp yere yapışacaktım. Düşsüz, düşüncesiz ve amaçsız olmama rağman, en azından kaybettiklerimin ve vazgeçtiklerimin de katkısıyla az-biraz sağlam kaldım. Başka herhangi biri bana benim yaptığımı anlatsa, 'tam bir ödleksin! ' derdim eskiden fakat, bu korkaklık değil yalnızca bir seçim. Adım adım, harf harf kavradım. Normalde, insanlar benim yaşlarımda iken bir şeyleri kazanmak için ellerinden ne gelirse yaparlar, ben yapamayacak kadar yorgundum zaten, önemsemedim. Yok saydım. Kendimi, var olma amacımı, çocukluğumu heveslerimi, arzularımı sevinçlerimi, maznunluğumu ve mahsunluğumu.. Bu yanılsamaların hepsini toplayıp kilidi olmayan bir defterin arasına sıkıştırdım. Asla açılamayacak olan bir kilit. Onlar orada. Şimdi herhangi biri 'Hanife aslında nasıl biri ?' diye sorduğunda önemsiz biri diyorum. Kendine saygısı kalmayan fakat kimseye de saygısızlık yapmayan, uslu, suskun. Bedenen yorgun olsa dinlenir geçer, lâkin o, ruhen yorgun. Huzuru ve mutluluğu aramaktan vazgeçeli çook vakit geçmiş, dalgasız bir deniz, kendini gördü göreli durgun. Yıkık, dökük, vurgun yemiş. Soluksuz yaşıyor, o tam bir mahkum. Köhne bir harabe misali, geceleri yuvasına konan birkaç yarasa, gündüzleri bulutlar bile uğramaya korkuyor ruhundaki terasa. Manzarayı gören ufacık kuşlar, işlediği cinayetleri kabullenebilir ondan korkuları olmasa. Vazgeçmek bir yana, vazgeçilmek yazılmış alnına. O nedenle bu kadar nahoş, bu nedenle içebildiği, kalabildiği ve hatırlarını yudumlayabildiği kadar sarhoş.
İçinde bulunduğum vaziyetten sıyrılamadığım için çıldırıyorum. Zaten duygularımı karmaşıklığın giyotininde asılı bırakark, pek çok düşüncemin gözlerimin önünde, namüsait bir günde hunharca tecavüz edilerek, katledilerek öldürüldüğünü, bizzat kendimi öldürdüğümü gördüm. 'Böyle gelmişse böyle gider ' deyip kendimden nefret etmeyi benimsiyorum. 21 yıllık ömürde takdire şayan görüldüğüm, kelamsız defterlerimi d(s)öktürdüğüm bir bu konu var önümde.
Sonra.. İntihar etmek istiyorum ucu bucağı belli olmayan tren yollarının (sonsuzluk) yolsuzluklarında parça pinçik bırakmışken zaten benliğimi. Bunu tekrar tekrar yaşadığımda ise,vazgeçiyorum. Özgürlük pahalı bir mülk, bana kölelik yakışıyor, biliyorum.
Sanki.. Gecenin bir vakti, sokağın ortasındaki elektrik tellerinde saplantılı kalmış defterimin içindeki ruhsuz kelimelerim. Gündüzleri, elektrik olmadığı için nefessiz kalıyor da bu kanatsız katliamı(cinayeti) işliyor, geceleri ise.. Işık çok fazla geldiği için soru(n)larındaki uçurumlarda çarpılıyor. Olman da ölüm, olmaman da ölüm, anlayabiliyor musun . Kurşun misali yapışmışsın ümitlerime, bir türlü aklımdan çıkartılamıyorsun .
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)