Gitsem diyorum. Öyle bir gidiş olsun ki, tarafımdan gelişi yok, yollarım
hep kapalı ve asla geriye dönüşüm yok. Gitsem diyorum. Olduğum yerin
acısı az, huzuru çok. Gitmek istiyorum, bu şehirden, Kanlıca'dan
özellikle, bir türlü bahçelerine sığamadığım Beykoz'dan. Benim bu
isteğim, İstanbul'a ait aslında. Kurtulamıyorum bir türlü bu şehirdeki
vazgeçilmez yoksulluktan. Gitsem diyorum, alıp başımı gitsem sadece ..
Fakat ne çare ! Kafa aynı, dertler kalıcı olduktan sonra benim bu
isteklerim hep sözde ve ziyadesiyle bir kaçış, şahsım adına t'üretilen birkaç komik
bahane. Öyle çok kinliyim ki kendime, bu isteğim yalnızca zat-ı alim
üzerine. Sıkıntılarımdan ve düşüncelerimden kopmak istiyorum artık, yok
olmak adına yegâne nedenim bu işte .
Bu şehir, artık canmı daraltıyor. Gizli küfürleri var, ve sinsi savaşçıları. Durduk yere onları hep zindanıma salıyor. Bu şehir, yaşanması yasaklı sayılan her türlü duygunun intikamını bir tek benden çıkartıyor. Anlamıyorum ki, İstanbul benden ne istiyor ! Al artık canımı şeklinde tezahüratlarda bulunuyorum, hiç oralı olmuyor, allem edip kallem ediyor da canımı almıyor. Git başımdan diyorum, yaramaz bir çocuk misali hem lafımı dinlemiyor hem de canımı sıkmaktan bıkmıyor. Tuhaf bir zevk aldığı kanısındayım bu vaziyetten ötürü, çünkü ne yaparsam yapayım ben onu tersledikçe o inadına peşimi bırakmıyor. Usandım bu yersiz ve sebepsiz gidişlerden, ulan İstanbul. Adında meymenet yok ki. Dağ taş dinledi, sesimi işittikçe feryadımla inledi, halimi anlayıp el uzatıp dostane görünmeyi yeğledi de.. Bir tek o benden elini eteğini çekmiyor. Bataklığa saplanmışım adeta çilelerimin yobazlığından dolayı, beni arnavut kaldırımlı nahoş sokakları anladı da, bir tek onun buzdan kaleleri anlamaya yeltenmiyor !
Ah be sevgilim. En çok senin hayatımda olmanı istemiştim. Ne bileyim, söylediğin o tatlı sözlere sahiden layık görmüştüm kendimi, sen nasıl beni benimsediğini ve önemsediğini belirtmiştin ya, ben de buna mukabil o kıy'a'metli sözcüklerin gerçek olmasını istemiştim. Neden olmadı peki, bunun olabilitesi hangi vuslatta mümkün kılınabilir ki ! Tam alışmıştım sana, ne bileyim harbiden yer vermiştim kendimden fazla minik dünyamdaki kocaman ruhuna, ruhumdaki aydınlıkta. Tam sana tamam demeye yelteniyordum aslında tuhaf bir utanmazlıkla, yine aklıma gelen başıma geldi işte. Yine baş başa kaldım yalnızlığımla.
Ah be sevgilim. Söylediklerinin ve yazdıklarının, yüreğinden sızdırdıklarının her türlü yaşanabilir olmasını istemiştim aslında. Tamam, bir takım çekincelerim vardı bu durumun gerçek olamayacağı hususunda, fakat kalıcı olsaydın.. Durduk yere gitmeseydin mesela, birazcık daha tarafımla uğraşsaydın. O zaman kazançlı çıkacaktım ben bu aşk masalında. Yine kaybettim ben , ne zaman kazandığım oldu ki zaten. Tanrı tarafından nasıl yapılabilir ki bu hata !
Ah sevgilim.. Ben seni, hiçbir karşılık beklemeden sevmeyi denedim. Başardım da bunu. Sesini duyduğum an mutlu olmayı, sana kendimi anlatmayı ve sana seni sormayı. Ruhumda yeni bir hicran var edilmesi yerine, solan küllerimden yeniden doğmayı, her imkansızlıkta beraber olmayı, asla terk etmemeyi ve vazgeçilen olmamayı.. Seninle görmek, okumak tatmak, yazmak, seninle bir şeyler yaşamak, paylaşmak, gerekirse tartışmak, kalp kırmadan uzlaşmak, gezmek dolaşmak, o ölümcül anlarımı yalnız seninle ölümsüz kılmak istedim. Seni istedim ben. Bunları hep önemsedim aslında. Yalnızca sana fark ettiremedim. Lakin, yapabileceğim bir şey yok, fıtratım gereği böyleyim. Sevgimi belli edemem nefretim kadar, ne yapayım. Kendimi mi değiştireyim ? Hani aşk, kişiyi olduğu gibi kabul etmekti ? Hani aşk, ne değişmek, ne de değişmeyi ve karşındaki kişiyi değiştirmeyi denemekti. Hani o müptezel duygu, içine girdikçe delerdi adamın kalbini, herşeyi olduğu gibi kabul ederdi , kanlı bir hançerdi aslında o, hasretle seviştiğin an yüreğine saplanır da, sevdiğinin gelmesini beklerdi. Taa o gelene kadar hasretinden sol yanına prangalar sererdi, dayanılamaz acılar çektirirdi ..?
Aşk, masumluğun simgesi değil miydi bizim için. Biz dedim pardon efendi, bu oyunu sen başlattın sen bitirdin. Ve bir başıma kalınca ben hep köşeme çekilirdim. Yine öyle yaptım, yine delirmenin eşiğindeyim ! Biz değil, evet ben. Bana göre aşkın tanımı bu idi. En azından benim masalımda kanmak ve kandırılmak tabirleri tarafından yok edilmişti. Ah işte, ben öyle sanmışım sadece. Meğer onlar yok edilmemiş, meğer onlar her zaman her yerde, her hatırda her cümlede görünür imiş. Nasıl hissedemedim ki ? O kadar özümsemiştim işte seni. Bendeki harikalar diyarında yalnız sen fazlasıyla yer edindin. Şimdi yoksun ya, - gerçi ufak tefek bahanelere sığınarak silinip gittin, bu durumda hayran olunmayı ve ruhuna bağlı kalınmayı hak etmeyen birisin, neyse orası ayrı bir mevzu ve daha müsait bir durumda değineceğim bu mevzuya, şimdilik üstü açık kalmalı her halükârda - haddinden fazla ihtiyacım var yalnızca sana.
Ah be sevgilim.. Beni en çok sen üzdün. Çünkü, başka hiçkimsenin ruhuma bu denli dokunmasına.. Dokunmak ne kelime, el uzatmasına dahi izin vermedim. Az çok bilirsin, kendini nefes almakta olan her bir canlıdan soyutlayan bir adamdım ben. Hâlâ da öyleyim . O içten davranışlarla - çoğu zaman sahte olur bu muamma bağlantılar, ondan - pek barışık değilim. Uzak durmak çok daha mantıklıydı benim için. Şahsıma yakıştırılamayan sözler işittim, yanlış algılıyor deyip sustum. Sesimi kestim. Hiçbir vakit de doğrusunu kanıtlamak adına herhangi bir çaba sarf etmedim. Benimle alakalı istediğini düşünmekte özgürdün, kabul ettim. Ki ben, onlara layık olacak en ufak bir hareket sergilemedim. Alttan aldım, sustum, yutkundum. Dilimin ucuna kadar serildi kelimeler, kendiliğinden çıkmak namına resmen aklımı çeldiler de , yine de bir şekilde engelleri koyuverdim. Konuşursam, giderdin. Beni galeyana getiremediler. Onları engelledim de, bir sana engel olamadım işte. İşin neticesinde gitme diyemedim. Kırılıyorum ve üzülüyorum dedim, bunları alenen sana belli ettim ! Fakat ne fayda, sonunda da .. İşte ! Parçalandım iyice, paraladım hüzünlerimi içten içe, yıkıldım günden güne .. Yine de üstelemedim. Sırf kaybetmeyeyim seni diye, adıma yakıştırdığın o çirkin hakaretlere dudak bükmedim. Ses etmedim. Olacaktı böyle, Çünkü ben hem kendimi, hem de alnıma kazınan o meşum mu meşum, o kalleş kaderi iyi bilirim. Nihayetinde .. Kendimi unutmuşum zaten , seni de kaybettim ! En çok da , verdiğin o sözleri tutmayışın koyuyor bana, inceden inceye yağan kar taneleri misali dokunuyor ruhuma !
Ne edeyim ? Geri dön ' diye yalvarmam mı gerekli şimdi sana acaba ? Ayaklarına falan kapanayım bir de ha ? Asla ! Böyle bir serzeniş derinden tetikler ruhumu, ve celp ederim ismi lazım olmayan, tabire layık görülmeyen yeni cins rüyalarımla. Hayır hayır, kesinlikle haram bu ihtilâl bana, böyle bir ihtimale kalmışamam asla, hele hele gecenin en açık olduğu sırada, lacivert mehtaplarda .
Madem gitmeye meyilin var .. Meydana gelebilecek her mahkumiyette hazırlıklısın bu konumda.. İzin vermekten başka bir çözüm yahut da çare çıkmaz elimden, dur hecesi akmaz yüreğimden, bunu dile getirmek , yahut da tekaffuz etmek demek ne haddime, haşa ! Öyle bir terbiyesizlik yapamam, büyük rezillik yaşanır ve yazılır gıyabımda. Adım tarihe yazılır kara kara taşlarla.
Yine de .. Keşke gitmeseydin. Keşke ' Hâlâ seninim' diyebilseydin. İşte o gerekli bahaneler sayfasında, değişecekti tüm hayatım tam anlamıyla. O kadar sığınmışım, o denli alışmışım ki varlığına .. en çok da sensizlik ve bu canhıraş sessizlik gidiyor zoruma .
Ne yazık ki, biliyorum. Bunları, bir ölüyü yeniden diriltebilmek adına gerçekleştirdin, farkındayım. Bu yüzden çoğu zaman hiçbir güzel lafına kendimi kaptırmadım. Aramızda kalıp da bir türlü kurtulamayan kelimelere sığındım, bir yandan hayır dedim, diğer taraftan seni hep onayladım. Kimseye benzetmedim seni, ben zaten kimseyi tanımam ki. Fakat bu tavrınla, bende kapanması mümkün olmayan yeni yaraları araladın. Pek çok kanayan hataya sahip iken ben, kendimden vageçmişken, ondan bundan, önemli saydığım herbir şeyden. Bunu neden yaptın ha, ya da ben bunu hak edecek ne yaptım. Nerede kabahatim var, ya da birinin ahını mı aldım ? Kesinlikle imkansız bu, tamam melek değilim elbette fakat. Neyse, kapalı kalsın şimdilik bu duygu. Sonra akıtacağım içimdeki tarifi imkansız kini ve tarafımdan belli edilemeyip de siyaha yani nefrete dönüştürülen sevgiyi.
İsyanım kimseye değil, beni bunlara sen layık görmektesin sevgili tanrım. Madem sürünmekle ruhumu cezalandırdın, kavrayamıyorum ki, başkalarının acılarını çektirmek, öcünü alıp da rahat rahat iç geçirmek adına mı beni yarattın ! Bir kere güldürmemek namına mı bu saygısız tavırların !
Öylesine yazılan bir kaç satır işte.Anlamsız çoğu zaman,sade hilekâr ve lûtufkâr.Benim için,içimi döktüğüm şu kara sayfalar,senin için hiç bir önem ifade etmiyor ey sevgili yar.Sana sevmelerimi helal etmiyorum,dibine kadar haram olsun dünyan cehennemime dönüşsün.Kifayetsiz hecelerde azrailin zulmünden kaçamayıp sıkış tebessümlerinde orada biçare kal.Azabımdan çöle dönüşsün o şuursuz gönlün.Sevme,seveme ben gibi herhangi birini.Birer birer yapışsın ruhuna,yüreğime hançerle kazıdığın yara izleri