9 Aralık 2013 Pazartesi

Kısa öz yarım. Bundan sonra hep böyle olacak yaşamadıklarıma karşın yazdıklarım .

Sevgi yoksunuyuz biz. Kimimiz sevilmekten beter iken, seveni çöpe atar bazen gülüşlerimiz. Kimi sevmeye yeltenemez. Kifayetsizdir ölüşlerimiz.Hele şu çıplak ruhlar durulmuyor mu .. Bir tuhaf oluyorum bu saatler doğrusu. Etrafımı kaplıyor sinsi bir ölümsüzlük kokusu. Herkes pek cesur hale gelmiş karışmış her bir kefen, kimsede barınamıyor yarım bırakılma korkusu ! İnsanlar his yoksulu, mütemadiyen her ten açık bırakılmış, ilmek ilmek kırılmış çaresizliğin boyunu, neredeyse göremediğim her beden kıyafetsiz. Hele şu kafiyelerin adeta dans ederek süzülen uyumları yok mu, unutuluyor çoğu zaman gökyüzü semalarında sere serpe hediye olarak bırakılan martıların uyumu. Kimisi, kabul edemez sevildiğini. Sevmeyi allem eder kallem eder bir türlü öğrenemez. onun bu direnişini görünce seven, umutsuzluğa kapılır, arafta yaşayamaz. isyan eder. Aşksızlığına dayanamaz. Kimisi, sevemeyeceğini bile bile karşısındakine 'seni seviyorum' der. İşte, anlatılamaz bu şiddetli deprem, adam bunu anladığı zaman kalemine küsen elini acımasızlığa mahkum eder. Nasıl da fecidir değil mi, seveni tarafından sevilemeyen parçalı gönlün durumu..Yani kısaca ona çekilmez yükte çileler sunarak zulmeder. Nasıl da sevgi meraklısıdır aslında karşısındaki ! İnanmaya çalışır da, gerçekleri düşlerine savaş açar, tan vakitlerinde çaresiz bırakır onu, evlilik akitlerini inlete inlete yok eder. Nasıl da sevgi kölesiyizdir biz. Herkesin bizi sevmesini istiyorken, yamacımızda hazır bulunan aşıklarımızı görmezden geliriz, kalp penceremize duvarlar kurarız. Ve sonra, kapışırız birbirimizle. O peşinden ayrılamadığımız, bir türlü kurtulamadığımız, çoğu zaman da yağmur damlacıklarından ötürü kurutulamadığımız engelleri besleriz. zor olmaktır bunun adı, şimdiki zamanda sevmek istesek de beceremeyiz. Çünkü biliriz. bir çift bakış uğruna, kendinden ve sahip olunan yaşamdan vazgeçilemiyoz şu ahir ve nankör zamanda ! Sonra da 'ben gerçekten sevdim, karşılık bulamadım deriz'. Pardon da, hangimiz aşkımız uğruna hayatımızdan vazgeçeriz. Hangimiz, kalbimizi pis bir torbaya atarak bırakıp gideriz ? Biz bence bu felaket zamanda.. aşk nedir sevgi nedir, sevilmek nasıl bir bilgeliktir.. kolay kolay öğrenemeyiz !

Oysa ki ben.. Sevmek isteyip de sevilemeyenlerden. Dertli düşlerden, kederli gülüşlerimden bir tutam çiçek topladım sana. Selamları var, şafak sökeceği an uğrayacaklar miadına. Tam armağan edecekken, ellerimi uzatacakken mezarına, bir şeyler uzaklaştırdı beni bu garip, bir o kadar da yetim düşünceden, utandım. Kapıldım fırtınaya.. Oysa ki ben, sevgiye inanmayıp da sevilmek uğruna, bu enteresan duygunun girdabında boğulurken köpek misali can çekişenlerden. Reddettiğim kadar sevmek isteyenlerdenim aslında Bana bakma sen ! Bilemezsin çünkü, sevgi denen o mükemmellik bittiğinde sıcağın en alevli olduğu zamanlarda solan güllerden. Mahrum olmak ve öyle kalmak, bu hissiyata alışmak adına ruhunu kelepçelere vurdurmak. Zinciri olmayan pırangalardan asılmak. Sarkıtılmak genel anlamda, dar ağacında şeytana selam vere vere saçlarını yoldurmak. Nasıl bir işkencedir, görebilir misin ki sen ! Oysa ki ben.. Ah işte, göz kırpamam artık Tahir'in mahlasına. Ben sevmeyi bilmem. Buna rağmen eğer sen.. Bana hakiki aşkı öğretebilirsen, hani şu ' ruhunda kılıç yarası izine benzer karalar bırakan cinsten, hani maneviyatında kapanmasına rağmen iyileşemeyen, hatırası ve görüntüsü mutlaka kalan türlerden. O zaman sana tüm benliğimi serebilirim. Feda edebilirim toplamda avuç içine sığmayan gerçeklerimi, herhangi bir karşılık beklemeden. Kargaşa oluşmasına mahal vermeden. Sen bana mutlak sevgiyi özümsetebilirsen, inan varlığımı yok etmeye yeltenebilirim, kaideleri bozan istisnaları göz ardı etmeden..

2 Aralık 2013 Pazartesi

İki ayrı, ikisi de aynı .

 
 
Ah benim kelime hatalarım ! Düzeltilmiştir şimdi, alaya alanı mıhlarım .

Gitmeli diyor adam.. sanki kalmayı çok becerebilmiş gibi ! Sevmeli diyor kadın. Ve buna istinaden aşka dair hiçbir kanıt beklenmemeli. Ah ulan sevgili. Bir sen başaramadın benim seni sevdiğim gibi beni sevmeyi . İşte bu yüzden dönüşlerin ucu bucağı yoktur, gidenler hiç özlenmemeli. Ne yapmalı, ne etmeli. Ortada herhangi bir bahane bulunmuyor iken, sırtından vururmuşcasına yol alan meşhur yaratığa teşekkür mü etmeli ? Adımlarını dudaklarınla sayıklarken, caddenin ortasında bağırıp ' şerefsiz !' mi demeli. Yoksa boğazına yapışıp dövmeli mi onu ¿ kanın kırmızısını k'ana k'ana mı içmeli, intikamı alabilmek adına iyi düşünceleri hor görüp karanlık düşünceler mi beslemeli ? Boş versene yahu, uzaklaşmayı arzu etmiş madem sevmene rağmen tarafından bir türlü sevilemediğin o vefasız kişi, endamına yormalı her işi, gediğine oturtmalı o kesici şişi, at artık çöp kutusuna avuçlarına yamandırdığın bedbaht leşi, vardır elbet uzaklarda bir yerlerde her celpten mağdur çıkan sevimsiz yüreğinin canlı eşi, o halde onu unutarak, gökyüzüne bulutsuzluk serpmeli, içine sine sine, o mel'un ciddiyeti hane hane göz ardı etmeli ve bir daha asla yüreğine konma ihtimali bulunmayan kış güneşi eklenmemeli, bir sigara daha yakıp duasında anıları gömdürmeli, kendinden geçmeli ! sevmemeyi öğrenmeli ve sol yanındaki bu gareze aşina olan hücrecikleri yavaş yavaş öldürmeli .
 
 
Boşuna mı yaşamışım bu zamana kadar ? İnsanın şansı hiç mi rayında gitmez, karanlığın ortasında neden melekler belirmez. Yere göğe kağıda yazılırken aşkın seviyesizliği, hafif hafif üzeri k'aralanır da, niçin yakıcı izi yürekten silinmez. Gerçeklerin kalıcı olduğu hangi cüretle kabul edilmez ! Bugün varsın, yarın yoksun üç günlük dünya kalp kırmaya değmez, mazlumun ahı zalime asla baş eğmez, avuçlarından ayırılana kadar değer verilen özelliklerin önemi bilinmez , hangi kılıfa saklanır şahaneliği, aşikar bir biçimde ortada sergilenmesine rağmen muhteviyatı niçin keşfedilemez. Kıyamet alametleri kolay kolay gözle görülmez. Sen ona bakarsın da, ruhsuzdur çoğu zaman, bu vaziyeti yani durumu aptalca bir gururla önünü kestiği için fark edemez ve hissedemez .. '
diyordu bir paragrafta. Yahut da öylesine kalemimde'n s'üzüldü bunlar şuanda, merceği belli olmayan rastgele -nafile- bir zamanda. Evren üç günlük eyvallah da, kendinden ödün verirsen eğer, benliğini yitirirsin. Ve an gelir, karşıt olduğun her düşünceye 'tamam' dersin. Bunu yaptığın için de, perişan olur hayatını mahvedersin. K'alıcılığın olmayabilir, ancak kurallarından vazgeçtiğin an, anlamını kalleşliklere sildirirsin.
Sen yine kötü olmaya, karalanmaya ve sancılarınla boğuşmaya devam et. Tanrına kucak aç, yardım dilen, sebat et. Bu izi kalan kabuslar bir gün değişecek ve kabuk bağlayacaktır elbet. Kaybettiğin ne kaldı ki, zaten hayatın yalan, iyi günler değil kötü olaylar önündedir mahşerde hesabı dilim dilim sorulacak olan. Hangi mecburiyetine sevinesin, ölümünden başka neyin kaldı ulan gelecekten tiksinesin !
Sen yine acılarınla savaşmaya meyil et, mutluluk sana haram, belki ölmeden birkaç saniye evvel mutluluğun tadına bakmaya yeltenirsin. İş işten çoktan geçmiştir, boşuna azrailine direnirsin ! İşte.. Sonunda ! akrebin yelkovana kavuştuğu o muhteşem an serilmiştir gözlerinin önüne, ancak o zaman neş'enin ne anlama geldiğini öğrenirsin. Nefes almayı bırakıp yeni ızdıraplara merhaba dersin. Ve masumhane serzenişlerine bir yenisini daha eklersin. Kendi kendine konuşur, geçemeyen geçmişini yönlendirmeye heves edersin. Parmak uçlarındaki buhranlara takılır yeni bir kıt'a, naif hissetmiyorsun. Belli, çok yakında delireceksin. Zaten deliliğin sertifikasını almıştın eskiden kalma bir rüzgardan, uçuramadığın gemiler bizzat delil buna. En sonunda bir şeyi kazanıp namını herkesin dudağına süzeceksin. 'Zırdeli' diyecekler sana, ve bunu duydukça, işittiklerini özümsemedikçe ve azıttıkça, zevkten dört köşe olacak kalbin, sessizliğin matemine bürüneceksin. Kısa olacak ve öyle olmaya aldanacak hikayelerin, yazın ortasında kışın güneşiyle soğuktan büzüşecek ellerin, güneşin altında üşüyeceksin. Çölün ortasında donacaksın titreyeceksin, sonbaharın yağmurunda süzüle süzüle eriyeceksin . Gün yirmi dört saat ya.. Zaman kavramını heba edip her saniyeye bir saat daha ekleyeceksin. Ayakların yürümeyi unutacak, düz yollarda taşa çakılacak, tekleyeceksin. Her kabiliyetinin parça parça yok oluşuna zaman içinde tanık oldukça kuduracaksın şiddetinden, sertleşeceksin. Üzülerek belirteyim, içim sızlayacak halini gördükçe fakat, sitemlerini duyuracak kimse bulamadığında ise.. Ah işte en vahşisi de bu heyhat , duvarlarla dertleşeceksin. Yapılacak bir şey yok, bu terbiye beyan edemeyen ricayı kabul edeceksin. Ruhuna saldırmaya amaçlayan, yıkıntı başlatmaya çalışan her bir temenniyi temelli göçe göndereceksin. Onlardan uzaklaşıp sürgüne doğru yol almalarına ortam sağlayacaksın. Bir daha asla yanına yaklaşmalarına izin vermeyeceksin, ellerinle itekleyeceksin. Geceyi gündüze iliştireceksin, sonbaharı ve yağmurun o pislik dağıtan damlalarını engelleyeceksin. Zulmedeceksin ihtilallerine, sol yanındaki dokunulamayan odacıkları kararsızlığına boğarak mahvedeceksin. İyi günün olmadı, bundan sonra da olamayacak ! Gül yaprakları misali kışın açacak, yazın solacak, ilk-baharda kopacak ve bil mukabele son-baharda tane tane döküleceksin. Hiddetleneceksin elbette kurnazlığından, lakin yüreğinden hiçbir şey diline konamayacak, kül sızıntılarının arasında yana yana söneceksin. Mutluluk diye hep aynı anıları süsleyip kadehine süreceksin, an gelecek yemeden- içmeden kesileceksin. Akrebinle yelkovanını kardeş bilip arttırıyordun ya onları tuhaf bir içimde, isyan kullanarak çoğunlukla zorla, hah işte gaddarlaştığını anlayana dek unutamamanın vermiş olduğu travmalar eşliğinde eksileceksin. O seni unutacak, başka bir dala uzanacak, yeni bir yaşam kuracak.. Sen bunları gökyüzü maviliğinde resmetmeye devam ettikçe, hece hece eskiyeceksin. O yeniden doğacak, sen tamamen onun vesilesi ile öldürüleceksin. Gelişmeler canını yakacak, bir duman daha çekecek bir rakı daha dolduracak, alnına bir çizik daha konduracak, kirpiklerinden sürüklenenler mezene ilham olacak, kalbin aynası sürekli vuslat kokacak, törpülenemeyen sabahlarına martısız denizler sunacak, ırmağı akmayan nehirlerde kusa kusa boğulacak, günlerinin kefaretini ödeyemeyecek ve bülbülün dramını  hazmedemeyeceksin, hal böyle ya.. Karanlığın ihtişamında suya düşüp de ıslanan hayallerine küfredeceksin !


' Hoş geldin sevgilim, iyi değilim bu ara. Sen nasılsın, ne habersin iyi misin ? Gözüm değil gönlüm fukara, ruhumdaki parmaklıkların anahtarı yelde saklı, beni bu sıkıntıdan kurtarabilir misin ? En azından benim için, bir kereliğine de olsa ölümü tercih edebilir misin ..?
Yapma be cesur yüreklim.. Sen bu kadar korkak değildin, gardiyanın azabıyla bir anda nasıl bu kadar değişebilir ve basitleşebilirsin . Bir şeylerin endamına takılıp hayranlığını kazandığın an, büyüsüne kapılıp benliğini etrafına bedavadan savurduğun an, o mavi renge bürünen toprağın içine gömülüp bedenini kara kutuya.. İster arzularınla ister zorla hapsetmeyi sen de bir gün -eninde sonunda- özümseyeceksin . Terk edilmiş olmayı, her halükarda öyle kalmayı, Sol yanına baş ucuna, yalnızlık şatosunun tam ortasına, düşlerini mimlete mimlete,
ellerini inlete inlete yerleştireceksin .


Çaresizliğinle övüneceksin, engellerini ortadan kaldırmaya çalışacaksın, saniyeler dakikaları oluşturmaya ara vermedikçe acı çekmeye alışacaksın, yine yenileceksin. Ve kayıpların ötürü bir daha asla savaşa katılmayı düşünmeyeceksin. Onun yanı sana cennet değil, var oluş amacına sadece cehennemi sunabilir, bileceksin. O uzaklaştıkça, peşinden gitmeyi istemene rağmen, dudaklarınla ruhuna dokunmayı ihtilallerine yaydıkça gerileyeceksin. Hiç boşuna çabalama, hiçbir şey değişmeyecek, daha çok ölümü arzular hale geleceksin. İstediğin bir yudum sevgi olacak, boğazın kuruyacak yazın ortasında gecene kış güneşi doğacak, üzgünüm fakat.. sürüne sürüne öleceksin ! Gözünden kaçmayacak hiçbir ihtimal, kıskandıkça zalimleşeceksin. Sancıların çoğaldıkça, kim bilir belki bir gün.. Hafifleyeceksin . Normal olamayacak senden arta kalanlar, gıyabında çirkin laflar konuşulacak, dinleyeceksin. İçinden 'özledim' demek geçecek, nerdesin, niçin hala gelmedin. Neden beni yarı yolda, umarsızca bırakıp gittin. Neden beni korumadın, meçhul diyarlarda adına yana yana kahrolmama izin verdin ' diye sorasın gelecek. Dudaklarındaki o kısa iplerden çıkamayacak sözcükler, susacaksın. Sessizliğine gömüleceksin. Ki, konuşsan da bir faydası olmayacak, yarınların umutla dolmayacak. Sen yine.. Penceresiz odanın mazbut gölgesinde, gemilerin limana yaklaşırken çıkardığı tiz seslere kulak asarak, yarının da bugün gibi olacağını unutmayarak haykırışlarında demleneceksin.
 
Neden hep yenilen ben oluyorum, anlamıyorum ki. Niçin bana da reva görülmüyor sevinç. Ah be haysiyetsiz gönlüm, iyisi mi sen bol bol sigara iç. Nasıl olsa dumanı hatırlatacak ismini sana.. Nasıl olsa dumanında gizlenecek geçersiz umutların akıtamadığın yaşlarla. Ne de olsa, ona bir kuple daha yakın olduğunu hissedeceksin bu kabul olmayan dualarla. Unutmak mı tövbe, haşa ! Sen, başaramayacağın işleri yapmaya kalkmazsın. Bunu zaten hiçbir koşulda başaramazsın, ve bilhassa bu sebepten ötürü bu imkansızlığa adımını atma.
 
Sahiden de boşuna nefes aldığımı tembihliyorum sözcüklerime şu ara. Sevmeyi becermiştim bir keresinde, geçmişten bir vakitti yadıma düşmedi açıkçası tam olarak hangi olayla ? Onu da elime yüzüme bulaştırdım ya bir çocuk misali, haklı cihan üzerinde yaşamaya çalışanların hepsi. Bütün kabahat, suç aptallık. İnanmışlık, bağlanmışlık, inançsızlık ve yaranamamazlık. Tabi ya, vukuatları ben yarattım sanki. Tabi tabi, işlenmemiş cinayetin katili benim, yalnızca bende hata. Şşşşst. Hop dedik ağır ol paşam, bu gönül ağır yasta. Sinsi bir şekilde hasta, ilacı kalmadı hiçbir tabipte, dermanı yalnızca azrailin tırmıklarında, musalla taşında.. Bir dakika biir dakikaa ! Pardon da, ben neden kendimi tamamen suçlayayım ki ¿ Ortada bir günah varsa, bunun bahanesi tek taraflı değildir, iki kişi birbirini söze getirmiştir. olamaz da. Kabahatin yarısı bende, yarısından fazlası ise sonbaharın kucağında !