19 Haziran 2013 Çarşamba

Ne hissedebilirim ki zaten bundan sonra, hiçbir şey ! Ne umut kaldı, ne heves ne çaba. Sen şansını senin gibi dünyaya toz pembe gözlerle dalan edebi yolsuzluğunda sına .

Avuçlarımın arasından kayıp gitti hayatım. Ne 'dur !' diyebildim, ne de kalması için engel olabildim..Sessiz ve kimsesiz bir yok oluş gibiydi adeta, ben sadece kenarıdan izleyebildim.Kendi ölümümü belgelere döküp bıkmadan usanmadan, canımı hediye etmeye niyetlendiğim küçük azrailciğimden korka korka süsledim. Sen.. Bu evren denen riyakar alemde gördüğüm en beceriksiz katilsin sevgilim ! Düşlerimin katilisin, düşüncelerimin matemisin. Ecelsin çoğu zaman, dudaktan kağıda akmayı bir türlü başaramayan fazlasıyla iyimser takılan, aruz ölçüsünün kalıbına uymayı yadırgayan, kinayeli bir gazelsin. Ruhumun en günahkar meleğisin. Vicdansızsın sevgilim.. Sigaramın dumanında tüten sensin, beni gamze gamze ebediyete götüren sensin. Gülüşlerimi katlettin, hevesimi söndürdün.Yaşama dair kuramadığım hayallerimi, arzularımı, sevmelerimi, şehvetimi gömdürdün. Kırdın, kırıldım. Kırdığımdan daha fazla kırıldım. Önemsediğim kadar önemsenemedim. Bu oldu evvel yazgılar içinde en çok canımı yakan. Usandım kimi zaman, an be an kimliğimden utandım. Oysa ki 'terbiyesiz' sıfatına layık görülecek hiçbir harekette veya davranışta bulunmadım, sen de farkındaydın. Yakıştıramadım çoğu zaman kendime seni, aynı hikayeyi farklı sözcüklerle okumaya çalıştım.Yapamadım. Dünyaya kör gözlerle bakan bir kişilikten zaten daha fazla ne beklenebilirdi ki ? Haklıydın, her lafında, her sözünde. Her davranışında her aşağılayışında. Genel olarak beni yok sayışlarında bile noktasına virgülüne, hecesi gecesine, derininden en iffetlisine kadar yasaklıydın. Burnumdan getirildi, haram oldu sevgi dolu buselerin gölgesinde beliren kilitli cümlelerim. Tuzaktın bana. Ve pek çok zaman için de uzak. Sen, isteksizlikle okunan, sonrasında hayatın bir parçası haline getirilmek zorunda kalınan, tiryakilik yaratarak, bu mertebeye ulaşarak ruhuma dokunan, kopacağımı bir an olsun aklımın köşesindeki mapushanelerde bile düşünemediğim en yadigar ezberimdin. Baş ucu kitabımdın, sayfalarını çevirirken herhangi bir zarar gelme ihtimalinden-endişesinden dahî korkulan. Yazık. Hemencecik de sönüverdi loş ışığımı aydınlatmayı öğütleyen o tövbekar ve gaddar tatsızlık.

Kimi zaman sana ait olmaktan, yalnız senin için nefes almaktan, her nedenime seni katmaktan yoruldum belki de. Üzerinden günler geçti, saliseler saniyeleri, saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri, saatler günleri, günler haftaları,haftalar ayları, aylar da yılları. Böyle bi kısır döngü içerisinde zaman zamanını kovaladıkça gizli gizli farkına varamadan yıprandım tabi. Beklenen sonun en meşakkatli gösterisinde sergilenen küçücük bir sahneydi bizimki, dahası ne olabilirdi ki ?

Susmaktan sıkıldım, her daim aynı kelimeleri sarf etmekten yoruldum, bıkkınlığım en tepesine kadar yürüdüm, sızlandım. Özümseyemedim hiçbir zaman kendimde böyle bir ihaneti, yine de 'seviyorum be ' dedim. Dayanırım' dedim. Elbette sabrımın tükeneceğini hiç tahmin edemedim. Sabır taşı olmaya çalıştım bazı anlarda, fakat öfkelerimin benliğimi yağmalamalarına göz yumamadım, tahammül edemedim, dayanamadım içimde kopan o haykırışsız fırtınalara, güç yetiremedim şiddeti ölçülemeyen zelzelelerime, dağılmaya fazla meyilliydim oysa.. Herhangi bir direniş sergüzeştinde sezdirilmeden ortadan ikiye ayrıldım. Parçalandım işte, her bir parça yas olarak geri döndü nefretime. Harap ve bitap düştüm, direnemedim. ayağa kalkamadım. Utandım ! Vazgeçilmenin tanımsız ve yardımcısız kusuruydu yüksek uçurumlar. Yârimin açtığı yaralarla ortada, bir başıma kalakaldım. Ne yardım dileyebildim, ne de mucizelere inanabildim. Tanrı, saçma duaları kabul etmezdi, ben de seni ondan dilenemedim. Üzgünüm, onun gücü bile seni ve beni, kısaca bizi bir arada tutmaya yetmedi. 'Neden bu yaraları açtın' diye soramadım, kıpırdayamadım bile. Direnişim kabul olamazdı, bu engeli aşmaya takatim yoktu karşı koyamadım. O uçurumdan atlayayım dedim ,tek bir hamlede kurtulayım işte. Biri tarafından son verilebilir mi artık bu evren bakışıyla kolaylıkla saptanabilen cennet işkencesine ?

Yapamadım. Cesaretim fazlasıyla birikmişti çoğu zaman infiallerimde, yaparım dememe rağmen ruhumu uçurumdan aşağıya huzur içerisinde atamadım. Boğazıma kalın bir urgan bağlayıp kendimi kabir azabına gark edemedim, asamadım !

Ne yaşamak için bir hedefim kaldı, ne de ölüme gidebilmek için sebep yaratıldı. İki arada bir derede kalmakmış bunun adı, başarılı olamayacağın hedeflere göz koymamakmış bunun adı, ellerini birbirine vurup da alkış tutamamakmış bunun adı. Mahreminde sağlam görünen bir ruhta veda gazabını işleyen hastalıklar taşımakmış, o mükemmel çemberin kafiyeli anahtarıymış, çerçevesine geceler boyu sarılarak gamlarına söz geçirememekmiş bunun adı. Olmadı. Kendimden nefret eder hale geldim. Kişiliğimden, beni ben yapan her gelişmeden uzaklaştım. Yaklaşamadım ve yakınlaşamadım hiçbir düşe, her bir satırı yarım bıraktım. Velhasıl kelam, hücrelerinde hârelenmiş, bahar yerine güz aylarını tercih etmiş, gıyabındaki karamsarlığa aldırış etmiş, narin dokunaklı, zaman zaman okunaklı bir ucube haline dönüştüm. Harf harf cesareti ve vurdumduymazlığı kaşıyan, saltanatın köşkünde en kifayetli korkaktım. Vuslat, kora benzetti yüreğimi. Kalem kalem yandım, küllerimden doğruldum acım yetersiz geldi. Yeni baştan yanadurdum. Yaşadıkça küllenirim, sızılarımı dindiririm diye arz ediyordum. Her yanışım, bir diğerinin tetikleyicisi oldu. Kor olarak kalmayı bile beceremedim, acının tadı muhteşemdi. Tenim yazıldıkça acım arttı. Sızılarım arttıkça defterim ayrılmaz ikilisini, yarımını tamamlayanını, en kadim dostu olan kalemini sattı. Bu nedenle fevkalade sancıların tadına bir tek ben baktım. Korkaklığı tanımladım, garipliğime ve çaresizliğimin silüetine saklandım. Aşka dair betimlemeler biriktirdim. Onları zihnimin bir köşesinde en acizane terbiyesizliğe muhafaza ettim de, etrafıma saçamadım. Çölün ortasında gördüğüm serabı gerçek sandım ben, doğru mu görüyorum ya da yanlışa mı sürükleniyorum , edepsiz rüyalara mı sapıyorum diye düşünmeden, hiç tereddüt etmeden varlığına, en azından var olacağına inandım. Ve sonunda bataklığa saplandım, çıkamadım. Hiç kimseye dokunmadan oradan kurtulmak, kendi amaçsızlığımın yardımıyla yer yüzüne adım atmak istedim. Meğer dokunmak gerekiyormuş bataklığın pisliğinden kaçabilmek için başka bir acımasızlığa. Oraya saplanıp da kurtulan olamıyormuş kimseye dokunmamayı tercih ettiği için. Bana da makul geldi bu durum, ne dokunurum ne de buradaki mevcudiyetimden rahatsız olurum dedim. Bana dokunmak isteyenleri hükmen yargıladım ve kırbaçladım. Onların özgürlüğü bana bağlı olamazdı, benim çığlıklarımı da yazılarımdaki noktalardan başka kimse duyamazdı. Yalnızca onlar bu duruma hakim olabilir ve öyle kalabilirdi. Sağduyu çerçevesinde tecrübelerime baş kaldıramazlardı. Onları reddettikçe, sana taviz verişim geldi aklıma. Adından, varlığından, benliğinden ve bencilliğinden utandım. Adına dair hiçbir kötü düşüncem yok, bu benim kendimden tiksinişimdi. Öyle ya, sonunun ne olacağını bile bile bir işi yapmaya kalkışmak, ona heveslenmek, rüyalarına ve fikirlerine, kalbinin en derinlerine onu sokmaya çalışmak yalnızca ahmakların yapabileceği bir delilikti. Kendimi akıllı sanırdım, artık kabul ediyorum. Deliliği geçtim, artık zırlamanın mahkumluğundayım. Okuyamadığım hecelerim vardı, onlar da teker teker terk ettiler beni. Onlar da kaçtı. Gözlerinde seni görür, gamzelerinde seni yaşatırdım. Yalnızlığım kocaman oldu artık, büyüdükçe hırçınlaştı. Ya yetiştirmeyi eksik yaptım, ya da kendimdeki gizli-saklı yanları seni hissettiğim zamanlarda yanlışlıkla ona aktardım. Kabul edemedi benim gibi suskun bir valideyi, her konuşma çabasında cümlelerine anahtarı olmayan zincirler vurdum, Belki korkar da bir daha konuşmaya cüret edemez dedim, kutusuna sığmadı. İkinci aşamasında gözlerini kararttım. Susturamadım. Emellerinin önüne, kalın geriye dönüşler koydum, sarılı anılarımın üzerine nağmesiz ezgiler vurdum, prangalarla bir odaya hapsettim onu. Henüz gençti, kuvveti oradan kaçmaya yeterliydi. Ya benim yetiştirme tarzım eksikti, ya da seni her düşünüşümde onu yanımda bulup hissizliklerimi istemeden ona aşıladım. Benden çok senle doldu. Her yanıma gelişinde bana seni sordu. Anlatamadım. Dilimden mısracıklarıma dökülemedi kederlerim, zorla açılmaya çalışıldı yüreğimdeki kara kaplı defterim. İzin vermedim. Ben izin vermedikçe o üstüme geldi, sonuçta o benimdi, bana ait olan ve öyle kalan bir nesneydi. Üzmeyeyim dedim, üzülmesine dahi vesile olmayayım. Fakat kendisi istedi, canım zaten yok olmak üzereydi. İlmek ilmek bizi ona anlattım. İstenmeyen bir çocuktu, zorla peydahlanmıştı ! Tüm gerçekleri bir bir suratına haykırdım. o durgunlaştı, vaziyetini gözlemledikçe ben donakaldım. Sonuçta benim el bile sürmeye çekindiğim en manidar yanımdı, canımdan bir parçaydı, tamamlanamamış sorularımdı, sahi.. canını yakarken nasıl oldu da bu kadar gaddarlaştım ? Anlayamadım, kavrayamadım. Sezgisel dürtülerin içinde ona özel bir yer bulamadım. Arada bir, öyle krizler geçirdim ki, bilincimi yitirip sana doğru geldiğim her 'hükümsüz saplanışlar' adı altında öteye beriye attığım şarkılarda, bulunduğum her eylemde sahip olduğum görünüşlere kızdım, ruhumu evire-çevire dövdüm. Anason kokusu yayıldı maneviyatıma, zamanın mürettebatıyla aniden sızdım, düşün yani ben bile kendimi yadırgadım. Soysuzlaştım, ruhsuzlaştım. Her seferinde seni bestelerken doldu gözlerim, en savunmasız mutluluğunda saldırmaya çalıştı kirpiklerime sözlerim, peşi sıra kovalandı da yaşlarım, ağlayamadım. Hücrelerimden bir bir aktı kanlarım, göz yaşı yerine kan akıtır oldum. Hem yaralandım, hem karalandım.

Sana ve bana ait kimliği belirsiz bir öksüzdür benim yalnızlığım. O büyüdükçe ben yorgunlaştım. O sordukça ben suskunlaştım. Ve seni ona o kadar büyülü ve sihirli kalemlerle yazdırdım ki inisiyalime, elbet bir gün yollarınız kesişecek. Ve elbet bir gün senin de yüreğine kor alevler bir fahişe tarafından düşürülecek. O zaman beni hatırla, olur mu sevgilim ? Namını içeren tek bir anım kaldı benim. Onu da pek yakında teslim edeceğim.

Zulümden beter bu acı hiçbir faaliyet söndüremez içimdeki su kabul etmeyen yangını. Ölüm bir kurtuluş, yavaş yavaş kaçış, durduk yere anlamından sıyrılıp yok oluş. Ölüm, tek anlamıyla tüm sıkıntıları omuzlardan atmak, kara toprağa göğsünü gere gere yatmak, alacağın cezalar müessesesinde-karşılığında- azrail'inle antlaşıp kötülüğe meydan okumak, Tanrıya tapmak. Ben ölümü bile hak etmiyorum. Ve bizzat bu nedenlerden ötürü kendimi yaşıyor saymıyorum.

Geçtim aynanın karşısına şöyle bir baktım mahşerime, adabıma. Gördüğüm yüz başkaydı, öldüğüm ruh başka. Karşılaşmaktan çekindiğim yüce emellerim varlığımı ince ince kemiriyor adeta ! Şartlar olmamalıymış -( zaten yokmuş ) -, koşul koymak günahkarlıkmış -( genelde suçmuş )- aşkın bilmeceli girdabında.